top of page

ÇELEBİ SÜLEYMAN KAYA (KDS):

Dünyaya Teşrifleri: M. 1919 (Şırnak-Cizre)

Dünyasını Değişmesi: M. 17.3.2005 Perşembe günü saat 12:30 (Ankara)

Kabr-i Şerifinin Bulunduğu Yer: Şırnak-Cizre

İlk öğrenimini Cizre'de, liseyi ağbisi ile birlikte Diyarbakır'da tamamladı.

Küçük yaşta bağlandığı Mevlâna Hâlid’in baş halifesi Osman Sirâcüddîn et-Tavîlî torunu Şah Muhammed Ali Hüsâmüddîn’in (Kds) en değerli halifesi Cizreli

Seyyid Muhammed Kadrî Hazîn’in (Kds) kudsi nazarları, feyiz, bereket ve terbiyeleri altında sohbetlerinden istifadeye nail olarak yetişip icazet aldı. Üzerindeki daimi rabıta nimetinden hasıl olan feyiz ve bereket aşikar olarak görülürdü.

 

İlmi, hizmet aşkı, sadakati, mahviyet ve teslimiyeti sayesinde Seyyid Kadri Hz.'nin tam meşrebi ve halavetinde yetişmiş olmasıyla Sultan Seyyid Kadri Hz.'nin ve Ahmed Cezeri Hz.'nin divanlarının inceliklerine vakıf idi ve o manevi halleri yaşar durumda sohbette bulunurlar, dinleyenleri hayran bırakırlardı.

Şeyhi tarafından "Naib" (vekil) seçildi ve “Çelebî” diye nitelendirildi.

 

Müfettiş olarak emekliye ayrıldığı Devlet Demiryollarındaki otuz yıllık memuriyeti esnasında yurdun değişik bölgelerinde maddi ve manevi hizmetlerde bulundu. Dünyasını değişmesine kadar Muhammedî meşrep, ahlâk ve neşesi içerisinde irşad (Hak yolunu gösterme) faaliyetlerini sürdürdü.

Şah Muhammed Ali Hüsâmüddîn Hazretlerinin Cizre’deki halifesi Şeyh-i Meczûb Muhammed Saîd Seyfüddîn’in (ö. 1913) tek yazma nüsha halindeki "Muhtasaru’s-Sülûk ve’l-İhsân" adlı eserini gün yüzüne çıkardı. Bu eseri, zengin dipnotlardaki açıklamalar eşliğinde "İhsan Yolu" adıyla dilimize çevirerek ilk baskısını 1973 yılında yayınladı. Daha sonra bu eserle beraber, Seyyid Muhammed Kadrî Hazîn Hz.’ne ait "Dîvân-ı İrfân Hayret-i Hayrân"ı yine benzersiz açıklamalarla tezyin edip dilimize çevirerek, iki eseri bir ciltte "Gönül Sultanları ve Hak Sohbetleri" adıyla biraraya getirerek yayımlamıştır.

Kabri Şerifi, Cizre'de Seyyid Muhammed Kadri Mevlana Hazin (Kds) Hazretlerinin ve evlatlarının da bulunduğu, Hz. Nuh (AS)'ın Merkadi Şerifinin hemen yanındaki bir merkad içindedir.

Sitemizin "Eserler" sayfasında; Tercüme, tertip ve açıklamasını yaptığı "İhsan Yolu" ve "Divan-ı İrfan" adlı eserler ayrı ayrı sunulmaktadır.

SÇelebi-Vesikalık2.jpg

Sahibi Makam-ı Reis'ül Aktab

(Kutupların reisinin makamının sahibi)

Naibi Makam-ı İrşad Fenafillâh

Reis'ür Rükeba (Büyük evliyaların reisi)*

Seyyid Sultan Hazin Naibi

Hz. Şeyh Çelebi Süleyman Kaya (Kds)

* Dünyasını değişmeden 1.5 yıl önce yazılmasına izin verdiği mübarek vasıfları.

Rose 1
Çelebi Süleyman Kaya (Kds)'nın Mübarek Sohbetlerinden:

Hemen her sene Istanbul'dan, Ağapınar'dan, Geyve'den Hz. Şeyh'in ziyaretine gitmeden duramazdım. Maraş'tan ziyaretine gitmiştim.

Lütufları güneş gibi aşikardı. Bir sabah "Sana hilafet vereceğim" buyurdu.

Ben, böyle bir nimetin ne kadar büyük olduğunu, kendimi çok aciz görmekle, fakat onun lütuflarının daha büyük olduğu, nazarları önünde hiçbir şeyin zor olmadığını biliyordum. Ertesi gün ziyaretine gittiğimde mübarek yüzü bir Muhammedi gül gibi neşeli idi. Merhaba vererek iltifat etti.

Buyurdu ki: "Akşam senin için hiç yatmadım. İstedim... Çok lütuf ettiler. Öyle ki istediğimden çok daha fazla ikram ettiler. Ben de pek çok memnun ve mesrur oldum".

Ben, fakirane arzettim ki: "Hep sizin nazar ve lütuflarınızdır. Kerem, Cedlerinizin, Şahınızın ve sizin şiarıdır."

Ertesi sabah yine huzuru seadete vardığımda yine gül gibi açılan o mübarek güzel yüzüyle iltifatlarını devam ettirdiler.

Buyurdular ki: "Evvelki akşam o kadar lütuf etmişlerdi ki ben bile doymuştum, yani kafi bulmuştum. Fakat bu gece de lütuflar devam etti. Elhamdülillah pek çok mutluyum".

Şeyh Şurahbil'e emir vererek icazemin şu şekilde yazılmasını buyurdular:

"... Süleyman Kaya'yı, Nakşi ve Kadiri Tarikatlarından mezun ettim. Benim halifemdir. Onun hatme-i şerifi, benim hatmemdir, onun zikir halkası, benim zikir halkamdır..."

Cemal Doğramacı Hz.:

...Seyyidimiz Sultan Kadri Hz.lerinin muhterem Süleyman KAYA hakkında yazdıkları

ve bana gönderdikleri üç adet manzum methiyelerini sıra ile yazıyorum:

 

1944 senesindeki bir rubaide:
Süleyman bî pahadır dürrü pür tâm

Hakikat nevcivandır bedri Hisâm

Hazin'in hizmetinde çok müheyyadır bu dili kâm
Hazîn'indir Hazîn'indir Hazîn'indir güzel cam.

 

1947 senesinde yazdıkları uzun manzumeden:
Ey Süleyman Çelebî vey Çelebî Rûh Çelebî
Der dili men tû hebi hâdimi evlâdi nebi ya Çelebî
Behisâb ehli mebi ya Çelebî Rûh Çelebî
Veki Selmân-i mebi ya Çelebî Rûh Çelebî
Sa'y u cehdâ vebi ya Çelebî Rûh Çelebî
Şeb u rûz zikri mebi ya Çelebî Rûh Çelebî
Tû ji Kadri râhebi ya Çelebî Rûh Çelebî
Lî rûye âyine bi ya Çelebî Rûh Çelebî

Süleyman_Bey1_edited2_edited.png

1948 senesinde yazılan bir manzumda:

Süleymanım çe Süleyman ehli âlimdir yakîn

Nuri evlâdi Muhammed âşikardır der cebîn

Nuri Kadridir yüzünde ey civanı sâfi dil

Farkı yokdur hâ Aliyyü ve hâ Hazin

Ey Süleymanı Hazin vey civanı pâki dîn

Vey refik u her du dînu vey habibi kadriddîn

Çelebi Süleyman Kaya (Kds):

Ger dıçi rahe dile rame bı endazeye dost.

Bı terazuye hakiki ve bı enfes nefesi.

(Gönül Kuşu Kasidesinden-Seyyid Kadri Kds)

Sen o dosta gönül yolundan varmak mı istiyorsun ?

Lâzım ki çok sadıkane, hakiki olarak ve dengeli olarak, emre itaat ederek, usule hiçbir muhâlefet göstermeden, hem de ne ile…? Enfes bir nefes ile, bir mürşidi kâmilin nefesi ile, onun ruhaniyetinin önderliği altında, onun kalbi temizleyerekten sana gösterdiği bir yol ile ancak o dosta varabileceksin.

 

Çelebi Süleyman Kaya (Kds):

"Allah-û Teâlâ (azze ve celle) şeyhi, mürid ve kendisi arasında bir vasıta kılmıştır. Nasıl ki peygamberleri ümmetler arasında ve kendi zatı arasında bir vasıta kıldığı gibi. Şeyh,  Allah tarafından sevilmiş, olgunlaşmış, bu yolu aşmış, bilmiş kimsedir. Mürid daha bu yolun yabancısıdır. Şeyh ona o yolu gösterir. Yolu göstermekte ki maksat, onun nefsini terbiye eder. Onun kalbini kendi nuru ile evvela temizler. Kendi nuru ile doldurur. Ve o nur ile beraber bir ana kuşun yavru kuşu aynen, onu öyle talim ettiği, uçurttuğu gibi aynen şeyh de müridi öyle yavaş yavaş olgunlaştırarak bu makamlarda uçurur ve nihayet onu da Allah-û Teâlâ’ya vasıl ettirir."

DSC00566_edited2_edited.png
Çelebi Süleyman Kaya (Kds)'nın Mübarek Sohbetlerinden:

..... Hadis-i Şerifte “Nefsini bilen Rabbini bilir” buyurulmaktadır. Gâye de Allah-u Teâlâ’yı (Azze ve Celle) bilmek olduğuna göre bu Hadis-i Şerifi izah edelim. Zaten bütün yolumuz da bu hadis ile başlar, bu şerefli hadisin nihayeti de en yüksek makamdır. Allah-u Teâlâ’yı bilebilmektir. Bunun ilk makamı şudur ki; İnsanın kendi nefsini bilmesi demek evvelâ bir kul olduğunu biliyor. Mademki kuldur, şu hâlde onun mevlâsı ve onun rabbi vardır.

Bu mahlûkatın tefekkürü ile de gerçi hiç kimse Allah-u Teâlâ’nın zatının künhünü bilemez, bilmek ile de vazifeli değildir. Fakat bu hâlkettiği âlem ile onun azamet ve celâdetini, O'nun ulvîyeti hakkında bir mahviyetle, bir yol ile Ona, Onun huzuruna yaklaşmak saadetini yine Allah-u Teâlâ insanlara bahşetmiştir. İnsan kendi kulluğunu öğrendikten sonra, kabul ettikten sonra, o zaman Mevlâsını aramak onun için artık gâye olur, mecbur olur. Çünkü saadet ve kemâl artık bu yoldadır, bu yolda yürümek, bu yolda, bu saadete ermektir.

Her nefis adedi kadar Allah-u Teâlâ’ya yol vardır. Fakat bunların en kısası, en doğrusu sırat-ı mustakimdir ki Efendimizin Aleyhisselâtı Vesselâmın tayin ettiği yoldur. Onun yoludur, onun sünnetidir, onun vasıta olmasıdır. O da o kadar büyüktür ki artık onun büyüklüğünden onun hâlifeleri ve yeryüzünde dâimî surette onun kutsî  nurunun varisi olmuş o büyük zatlar da o vazifeyi gene onun irşadıyla onun yolu üzerinde yaparlar ki bu da tarikat-ı âliyyedir.

..... Tarikatten maksat, her şeyden maksat Allah-u Teâlâ’ya halis bir kul olmak. Nefsin arzularından sıyrılıp daimi surette Allah-u Teâlâ’nın mevcut olduğunu kalben duymak, kalbi Allah-u Teâlâ’nın zikri ile gözyaşları ile ıslak olmak, daima o kapıda başı secdede, başı yerde Allah-u Teâlâ’nın kereminde intizar etmek, kendisini görmemek gibi bir hal yüz kerametten daha iyidir, daha üstündür.

..... Hz. Şeyh buyurdu ki, “Tarikat bağı, yani akdi, rasgele bir tövbe değildir. Bu Allah tarafından o kişinin bu saadet halkasına alınması için büyük bir fadlıdır ve o kişi demesin ki, ben bunu kendim yapmışım. Yok… Allah sevmiş, Allah istemiş, Allah onun kalbini ve onu bu Tarikat-ı Aliye’ye dâhil etmek lütfunu ona ihsan etmiştir”.

Tarikat-ı Aliye’ye giren birisi, şeyhinin ruhuna onun ruhu bağlanır. Şeyhinin ruhu icazelidir, nurludur, Allah-û Teâlâ’nın zikrinin, Esma’larının Hüsna’sı ile parlaktır. Müridin ruhu bunu duysa da duymasa da –ister o da nurlu olsun ister o da zulmani olsun- şeyhin ruhuna bağlıdır. Şeyhin ruhu Allah-û Teâlâ’nın arşına bağlıdır. Arş-ı Ala’dan şeyhin ruhu, müridin ruhuna terbiye verir, orada onu terbiye eder, onu temizler, aralarında tabi ki muhabbet lâzımdır.

..... Dünyaya bağlı olan bir kalp ölü demektir. Bunu diriltmek, ölüyü diriltmekten daha zor diyenler vardır. Çünkü insan mevcut gözüyle, kulağıyla, kalbiyle, hayalleriyle, menfaatleriyle, nefsiyle beraber dünyaya bağlıdır. Bunlardan hepsini kesip de Allah-û Teâlâya bağlamak, kalp Allah-û Teâlâ’nın ancak zikriyle hayy olur, dirilir. Yani 0'nun nuru ile ancak yükselir. Evet. Şeyhler de ve tarikat bu terbiyeyi insana yediriyorlar. Bu terbiye ile insanın kalbinde bu hikmetler husule geliyor. Onun için tarikatı bir ilâhi ilim olarak, bir ilahi hikmet olarak bilmek lâzım. O zaman bir insanın bu halinde dünya işindeki meşgalesi de onun için derece derece sevap olur. Çünkü beşeriyetinde Allah-û Teâlâ’nın yanında bir kıymeti vardır. Yapılan beşerdeki çalışma dahi Allah için olunca onun sevabı kat kattır.


..... Tarikatın neticesi de zaten insan ruhunun terbiye görmesidir.  Bu terbiye de insanın, masivadan yani Allah-û Teâlâ’nın gayrinden her şeyden kesilerek ruhu ile kalbinin her an her yerde o ilâhi mevcudatı hissetmesidir. O his karşısında tabi insanda da ona göre eğer bu terbiye husûle gelmişse duyar. O terbiye onda husûle gelmemişse duyamaz. 

Fakat tabii ki terbiye dediğimiz ne ile husûle gelir.  Tarikatın adabı ile sülûku ile husûle gelir. Sâlik Allah-û Teâlâ’nın zikrini yapa yapa, Şeyh Hazretlerinin nurlu kalbinde, o hatıraları, hayalleri götüre, götüre onun kalbinde işte o ilâhi duygu, evvelâ husûle gelir. O ilâhi duygu aşka döner. Kalp Allah-û Teâlâ için yaratılmış bir emanettir. Hâşâ Allah-û Teâlâ için mekân yoktur, yer yoktur, fakat Allah-û Teâlâ’nın sevdiği bir mekândır. Allah için Allah’ın sevdiği bir mekân olacak kabiliyette yaratılmıştır. Kalp neden böyle olmuştur. Çünkü temizlenmiş olan bir kalp kadar Allah-û Teâlâ’yı arzu edecek hiçbir şey yoktur. Ne yerler ne gökler hiçbir şey kalbin şuası kadar yükselip de Allah-û Teâlâ’yı cânı gönülden öyle bir aşkla, bir muhabbetle, bir edeple isteyen bir şey olmaz. Bütün maksudî, gayesi ondan başka olmaz.  Eğer zikir, eğer rabıta, eğer murakabe, bu haller içerisinde daimi surette kalır. Bu halden düşmemesi terbiyenin esasıdır. Terbiyenin hakiki manâsı budur.

..... Şeyh ile mürid arası, Allah-û Teâlâ’nın hikmeti ile işlediği bir meseledir. Hazreti Şeyh buyurdu ki, hadis-i kutside Allah-û Teâlâ buyuruyor; “İki sadık dostun ben üçüncüsüyüm”. İşte bu hadis-i kudsî şeyh ile mürid arasındadır. Bu sadakat ile iki ruh birbirine bağlandıktan sonra hakiki bir müridin, o sadakate ermiş olan bir müridin şeyhinden başka hiçbir arzusu yoktur. Yani ilk olarak... Ne cennet, ne cehennemden kurtuluş, ne dünya malı, ne dünya saltanatı, ne… Hiçbir şey yalnız ona gaye olan sadece şeyhinin mübarek yüzüdür, şeyhinin huzurudur. Şeyhi ona o manevi âlemde nasıl tasarruf ediyor, o tasarruf Hak’tandır. O ilâhi tasarruf evvela müridin kalbine, ruhuna öyle bir şifa olarak geliyor. Ve netice itibari ile de buna eren sadık, sadakat kesbetmiş olan bir mürid de şeyhinden hiç ayrılmaz. Mürid daima Şeyhini kendisine vasıta etmeli, daima onun hayalinde, onun fikrinde, onun beraberliğinde olmalı, ondan sonra bu yavaş yavaş intikal edecektir, Hazreti Resul’e, Allah-û Teâlâ’ya.

Fakat yine şeyhi temeldir, esastır. Şeyhini –hâşâ– unutmuş değildir, fakat bütün bu saadetin sebebi vesilesi şeyhtir. Şeyh de Allah tarafından ona verilmiş bir vasıtadır, bir vesiledir, bir nimettir… Şeyhini terk eden Allah’ın verdiği nimeti, vesileyi, vasıtayı terk etmiştir. Neuzubillah.

.....Mürid olmak kâfi, muhip olmak o da büyük nimet, mensup olmak o da kâfi, muhiplerin dostu olmak o da gene nimet.

 

    Ama tarikatın içerisinde o saraya dâhil olmak saadeti, sonsuz...

Çelebi Süleyman Kaya Hazretlerinin 1975-1980 yılları arasında yaptığı sohbetlerden alınmış bir bölümü aşağıda istifadenize sunuyoruz:

1A-1975 - Süleyman Kaya (Kds)
00:0000:00
1B-1975 - Süleyman Kaya (Kds)
00:0000:00

Çelebi Süleyman Kaya Hazretlerinin Divan-ı İrfan dan okuduğu kasidelerden birkaç örneği

aşağıda sunuyoruz:

Siyah Zülf - Süleyman Kaya (Kds)
00:0000:00
Sormuyor İmdadımı Kimse - Süleyman Kaya (Kds)
00:0000:00
Ah Ey Gönül - Süleyman Kaya (Kds)
00:0000:00
Dilberin Güzel Yüzü - Süleyman Kaya (Kds)
00:0000:00
Gönülden Turum - Süleyman Kaya (Kds)
00:0000:00
bottom of page