top of page

SULTAN SEYYİD KADRİ MEVLANA HAZİN (KDS):

Dünyaya Teşrifleri: M. 1898 (Şırnak-Cizre)

Dünyasını Değişmesi: M. 12.1.1961 (Şırnak-Cizre)

Kabr-i Şerifinin Bulunduğu Yer: Şırnak-Cizre)

 

Şah Muhammed Ali Hüsâmüddîn Hazretlerinin en sevdiği, birinci derecedeki halifesi olup, Cizrelidir.

 

Baba ve anneden seyyid müstesna bir şeyh olan Seyyit Muhammed Kadri Hazin (Kds), Sultanül Evliya Halifeti Hazret Seyyidil Enbiya Kutbu Ferd Şah Ali Hüsameddin'in lütufları ve ulvi Seyyid ecdadının büyük himmetleriyle tarikatın son bütün makamlarını sultanlıkla ahzetmiş ve dünyada şaheser olacak bir divanı telif etmişlerdir. Divanında söylediği gibi:

"Nasıl bir pervane idim ki? İlahi aşkta gönül ve kanatlarını birden yakan, İmam-ı Ali'nin evladı Seyyid Kadri, Nasuttan Lahut'a kadar bu yolu tane tane işaretle söyledi"

 

"Dîvân-ı İrfân Hayret-i Hayrân" adlı bu divanı; Edebiyat, mana, aşk, kemal ve kavuşmanın şaheserleri olan kasidelerinde büyük sırlar, yüksek vilayet, eşsiz bir makam ve vuslat olan, yakınlığın yetki ile açıklandığı ve bu açıklamaların da uyanık, şeriat-ı garradan şaşmadan yapıldığı bir eserdir.
 

Daha yazdığı ilk kasidesinde bile;

"Misk ve amber kokulu kristal gönlümün cevheri

Allah, Resul ve o esmer şahın (Şah Ali Hüsameddin) nurundan"

 

diyen Seyyid Kadri Hazretlerinin, insanı hayretten hayrete sevkeden kerametlerinden bir kaç adedini, kitaptaki konulara dair sohbetlerinden alınmış bazı açıklamalarını, Çelebi Süleyman Kaya Hz.lerinin esere yaptığı ilave metinler şeklinde eserler bölümünde verdiğimiz "İhsan Yolu" kitabında bulabilirsiniz.

Divan, sitemizin "Eserler" sayfasında; "Divan-ı İrfan" adıyla sunulmaktadır.

seyyid kadri-3.jpg

Varise Nura Muhammedi

(Muhammedi Nurun Varisi)

Perteve Şemsa Ahmedi

(Ahmedi Güneşin Pertevi)

Serveri Mahbuban

(Mahbubların Serveri)

Nuri Ayni Huban

(Güzellerin Göz Nuru)

Mahullahi'n-Nuri

(Allah'ın Nurlu Ayı)

Sultanul Aşıkin Vel Arifin

Hz. Şeyh Seyyid Muhammed Kadri Hazin

Rose 1

Çelebi Süleyman Kaya (Kds)'nın Mübarek Sohbetlerinden:

"Bu yolun en büyük ricallarından Şeyhim, Seyyidim Hazreti Seyyid Muhammed Kadri’yi bu yolun en ileri gelenlerinden gördüm. Efendimizden Aleyhisselâtı Vesselâm bu âleme saçılmış olan bu nur bütün yollardan hiç eksilmeden geldiği gibi hatta ziyadesiyle hepsi kendisine intikal etmişti.

Nitekim bir kasidesinde diyor ki;

Sakiye havdım bitacu ızzu cahe bemisal.

Varise şahe Hüseynim canım hem cananeyim

"Efendimizin Aleyhisselâtı Vesselâm havzı’nın sakisiyim. Hem izzet ve şeref ile misalsiz bir makam ve rütbe ile Hazreti İmam-ı Hüseyn’in varisiyim. Bu seyadet nurundan olsun, tarikat nurundan olsun bütün bu nurların hepsinin varisi olmuşum".

skadri-sçelebi_kopya2.png
mavenigüzelliğinden2.png

“Şeyhimiz Seyyid Muhammed Kadri Hazretleri, nasıl vasfedeyim onu, bir karınca Süleyman Peygamberi nasıl methetmiş, mümkün değil”.

 

 

 

 

 

..... Şeyh Hazretleri buyurdu; “Benim kağıdımın üzerinde evvelâ nur husûle geliyor da ben öyle kasideleri yazıyorum”.

 

......Bir beytinde Hazreti Resûl (AS) için buyuruyor ki;

“Eğer vasfe cemâla şahida canan dikim iru dıkım iru.
Eğer bejim hezar Salan salân me aklu fikir fihetkâre”

Eğer bugün o sevgili, Habib’den (AS) bahsediyorsam da ne söyleyeyim ki. Değil bin sene, binlerce sene söylesem gene akıl ve fikir utanacaktır.

Çünkü gördüğümden daha sanki hiçbir şey söylememişim. Ne kadar vasfı anlatılsa onu tasvir edememiştir.

İşte hakikaten Allah-u Teâlâ’nın o büyük sevgilisi, büyük veli Şeyhimiz Levh-i mahfuz’a bakardı konuşurdu. Ona Allah-u Teâlâ’nın öyle varidatı vardı ki ilham-ı Rabbani kalbine gelirdi, söylerdi. Hazreti Resûl’den (AS) bir saniye dâhi ayrı değildi.


Bana bir gün anlattı. Cemaate de söylemişti birkaç kere;
“Oğlum, bazen üç ay, altı ay geçer devrin değiştiğini Hazreti Resûl’ün öbür dünya’ya intikal ettiğinden, Eshab-ı Kiram’ın aramızda olmadığından hiç haberim yok. Maddi ve manevi fikrim dâima biliyorum ki Hazreti Resûl’ün meclisindeyim, divanındayım. Sonra hatırıma bir şey gelir ki işte o da bir kabz oluyor. Yahu bu kadar zaman geçmiş yine kalbim, ruhum ayrı değil, fakat maddi fikrime de bu kadar geliyor.  Sonra o da gene yok oluyor.”

 

.....Çaçan anlattı; “Şeyhim dedim, bizim hatmeye ne kadar başka adamlar da geliyor. Onların elbiseleri kırmızıdır”. Şeyh dedi ki, “Onlar melaikedir”.

.....Şeyh hazretleri  başka şeyhe hiç benzemeyecek bir usulle aramızda idi. Bazen mütebessüm oluyordu, bize merhamet gözüyle bakıyordu. Kendisini hemen bizden, yani ayıramayacak kadar bir mahfiyetle, -tabi o mahfiyet Allah karşı- hatta bir gün, “Ben daha çok mütevazı olmak istiyorum ama artık daha aşağısına müsaade yok” dedi. Biz mesela o kıymeti bilmiyorduk, o sohbeti. Halbuki ne nimetti.

......Kendilerini hiçbir vakit göstermediler. O kadar teveccüh, o kadar tasarruf, o kadar nimet. Vallahi, Allah bilir Şeyh Hazretlerinin bir hatmesi yeryüzünde yoktu. Bütün Piranlar ve ceddi onunla beraberdi, Hz. Resul (as) onunla beraberdi.

 

.....Şeyh hazretleri son demine kadar, zamanına kadar, çok kere hasta olduğu halde de gene gelirdi hatmeye. Ama, “Oğlum, dünyanın tadı kalmamıştır. Ben gene vazifeliyim de burayı terk etmek istemiyorum. Fakat o kadar dünyada, bu işin ehli kalmamış ki, tadı kalmamış ki, manevi tadı yani, ehli kalmamış ki, diyorum ki odama çekileyim, hiç kimseyle de meşgul olmayayım. Ta ki Allah-u Teâlâ emanetini alsın. Dört müslüman beni götürsün” dedi. O kadar bizar olmuştu. O kadar halkın Allahı unutup da dünyaya bu sarılması meselesi. Zaten çoktan emretti, dedi ki; “Benim icazemi Hz.Şah (Kds) verdiği zaman, Hz.Şah (Kds) ile beraber Hz.Resul’ün (AS) Kubbeyi Hadra’ya dâhil olduk, her dört yâr da orada idi. Hz.Ebubekir, Ömer, Osman, Ali (RA). Hz.Ebubekir (RA) böyle baktı, “Ya evladım, zaten bir tane kalmış, o da senin kısmetindir” dedi. Evet. O, büyük derecede tarikatın mümessili. “Onu da sen al” dedi. Ben baktım o tarafta bir mısır fidesi, öyle fidanı. Bir tek koçan var üzerinde yalnız. Ben o koçanı zikirle nasıl böyle aldım,  kökünden koptu. “Maşallah” dedi.

 

..... KASİDE: MÜPTELA
Söyleşimin şivesine yüzlerce saf melekler bir hoş olur.
Yârin gözüyüm ve diliyim, laubali meşrepliyim.

Aklın sırrıyım, mestin mestiyim. Kendimden söylemiyorum,
Göz açıp kapamada nüktedanım, laubali meşrebim.

Mestlerin mestiyim, gönülden hudutsuz aşıkım,
Sözden ve dilden de kesilmişim, yani ben söylemiyorum, laubali meşrepliyim.


Meşrebim hiç kimseye yani laubali bağımsız, ondan yüksek yok ki, meşrebim hiç kimseye, hiçbir zamana bağlı değil, Allah nasıl isterse öyle tasarrufta.

KASİDE: DİLBER ELİNDE GÖNÜL
Pirler ve gençlerin Nergiziyim. Şah Ceyla’nın elindeki çiçeğim (Hz. Resül (AS))

Bu ne kadar büyük ve mühimdir, yani yüzlerce abid, yüzlerce zakir, yüzlerce şeyh, hakikaten inlemekle, yüz sürmekle, ta ki o kapının yakını olabilmişlerdir. Değil ona vasıl olmak, o kapının yakını olması. Hz. Şeyh (Kds), “Onun elindeki çiçeğim” diyor.

 

Şeyhlerin ve güzellerin nuruyum. Kâmiller makamındayım.
Hayret makamındayım, Vahdet nuru ile tutuştum, Vuslat hazinelerine erdim.
La vela illa vela, Vahdet makamındayım, inslerin ve cinlerin ve genel herkesin Şeyhiyim. Rehberim Şahı Pir Hüsameddin’dir.


Ben tabakatül ula’dayım, hazineler tabakasındayım. Bana ne sırlar sırrından işaretler gelir, ne acayip feyzler feyzi gelir, ne acayip vilayet bahri gelir,
Ne cevherler hazineleri gelir, ne sırlar sırrı gelir. Ben güzelliğin ta sonundayım, bize ne nihayet neş’enin denizi gelir.

Ceddim Hz. Resul gelir (as). İlmim kalp ilmidir, kâmiller ilmidir, onun mecrasından gelir.

Bunun daha ötesi var mı?

Nasıl bir ilahi  ilim ve büyük vilayet ki,

Divan-ı İrfan’dan:

Bana ledün ilminin en yükseğini, gayplerin bütün zerrelerinin keşfini, en kuvvetli engelleyici perdeleri yırtan Hz. Şahı Pir hepsini idrakime vererek ehadiyet güneşini gösterdi, gönülden secde ettim.

Yine Divan-ı İrfandan;
Nokta ve hat ilminden esma ve ebcet ilminden hikmet pirim ceddim İmam-ı Ali’dir. O bana noktayı, yani Kuran-ı Kerim’in bütün manasını verdi.

Hz. Şeyhin vücudunun Kuran-ı Kerim olduğunu İhsan Yolunda yazmıştık. Hadis-i Şerifte, “İnsan-ı Kâmil ve Kur’an ikizdirler” buyurmuştur. Allah, Allah, Allah (Celle Celalühu).

Hz. Şah o kadar halife kaldırdı o kadar. Dedi ki, “Sen benim iftiharımsın. Yarın kıyamette Hz. Resul (as) bana soracak ki; "Ali, biz sana o kadar nimet verdik. O dünyadan bize ne getirdin?" Seni göstereceğim. Ben seninle iftihar ederim”.

--------

Naibi olarak seçtiği Çelebi Süleyman Kaya Hazretlerinin hilafeti için Şeyh Şurahbil'e emir vererek icazenin şu şekilde yazılmasını buyurdular:

"... Süleyman Kaya'yı, Nakşi ve Kadiri Tarikatlarından mezun ettim. Benim halifemdir. Onun hatme-i şerifi, benim hatmemdir, onun zikir halkası, benim zikir halkamdır..."

Çelebi Süleyman Kaya Hz.nin Seyyid Kadri Hz. için yazdığı bir dörtlük:

“Aynı Hakikatı Şah Muhammed Ali Hüsameddin,
Merdi Hüda Seyyid Muhammed Kadri Hazin
Nim nigehi nur doldurur, asumanı zemin
Hakka erdirir yarı Rahmetellilâlemin”.

 

Açıklama:

Şeyhimiz Seyyid Muhammed Kadri’nin hakikati aynen, o büyük sultan, büyük şeyh (şeyhler, şeyhi hakikaten) Şah Ali Hüsameddin’in hakikati,

“Merdi hüda”
Allah-u Tealâ’ya öyle Vâsıl olmuş, hem bir serbestiyetle. Allah adamı olmuş, Seyyid Muhammed Kadri Hazin.
“Nim nigehi”
Yarım bakışı, gökleri ve yeri nur ile doldurur

Hakka erdirir yarı Rahmetellilâlemin”.

Ya-Seyyid-Kadri.jpg

.....Vâsıllar ve ârifler Sultanı Şeyhimiz Seyyid Muhammed Kadri Hazretleri, nihayet derecede o Resûl’ün yaranı ve vâsılı olup, abdâniyet makamının kemaline ermiştir. Bizleri de yetiştirmeye, kemâle erdirmeye çok kabiliyetli, kerem sahibi bir dilberdir.

Elhamdülillâh onun kısmeti olmuş biz müridlerin saadeti hiçbir şey ile ölçülemez.

 

.....Bizim Şeyhimiz az mı çalışmış. Akıllar durur. O Seyitler Camisinin* ayvanında, o zaman öyle soğuk kışlar vardı ki, küpler çatlıyordu dondan. Vallahi hatta bulgur döğülen o siyah taştan olan şeyler (dibek) vardı, onları bile çatlatıyordu. O kadar, buzlar böyle bu kadar. Hz.Şeyh zaten babasından, dedesinden kalmış bütün malların hepsini vermişti. O kışta, yazdan ince bir abası vardı. Tabi hatme, zikirden sonra herkes giderdi. O post üzerinde otururdu. İşte ama ondaki o cezbe, o zikrin harareti, taa fecre kadar bir rabıtada idi. Bazen orası öyle çatlamıştı. Zaten üç tarafı açık o ayvan’ın. Böyle kar gelir üzerine düşerdi. Mübarek alnında hâla ter vardı.

Ne fütuhattır, ne. Böyle çalıştılar. Onun için bizim gibi milyonlarca elhamdülillah onların eteğinden tutacak.

*(Câmi kemerlerinin birleştiği yerde, sütun olarak granit büyük taşları üst üste koymuşlar, kaldırmışlar. Birisi ben seyyidim dediği zaman, yani Evladı Rasûlüm diye iddiada bulunduğu zaman, veyahut ta bazen de birisinden de mühim bir hastalığı yok etmek için o seyyidler bir demir çiviyi alır, o taşın üzerine kor, “Bismillahirrahmanirrahim” der, avucu ile onu iterdi. Şimdi yüzlerce o granit taşın içersinde o çiviler hâlâ vardır. Hiçbir fizikçi, mühendis iddia edemezdi, bunun etrafında kurşun olmadığı halde, döküm olmadığı halde nasıl bu çiviler  bunun içersinde yer etmiş ve durmuş)

Cemal  Doğramacı Hz.’nin
Şeyhi Seyyid Kadri Hazretlerinin merkadi için
yazdığı manzume (28.1.1962):

Edeple gir eyâzâir (ziyaretçi) gör ne âli mekândır bu
Nebî hem evlâdı Resûl makâmı âli şandır (şan ve şerefi büyük) bu

Gülistanı cinandır (cennetler) bu demâdem nur feşandır (saçandır) bu
Nazargâhı ilâhîdir makarrı (merkez) kudsîyandır (kutsiler, melekler) bu

Lisan aciz senasından sultanı aşikandır bu
Sakın gafletten ey sâil (istekli) makâmı arifandır bu

Tecelligâhı Rahmandır melâik anda ârâmdır (yerleşme yeri)

Atâya (lütufkar) aşıkâ Haktan maşuka âşiyandır (ev) bu

Saadethânei âlem mekânı kâmilandır bu
Yüzün sür Hâkine bir dem bil ne kutbu cihandır bu

Seranser babı rahmet bu huzuru Hz. Şeyh bu
Tefekkür kıl eyâ aşık visali sâlikandır (müritler) bu

Ne âli câhı (makam) sultandır ayan (aşikar) içre ayandır bu
Tenezzele (üzerine rahmet inmiş) aleyhirrahme hakkında hoş beyandır bu

Teselligâhı nalândır şifaen lilkulûptur (kalplere şifa) bu
Nûrun minallahi (Allah'tan bir nur) cemâl, sultanına nişandır (işaret) bu

Kaside Adı:
Her Zaman Güneş Gibiyim

Hakikat insan ve cinler içinde her zaman güneş gibiyim. Asla hiç kimsenin benzerini görmediği, onun şâh bülbülüyüm. Namım Mustafa Hüseyin evladı Kadrî'dir. O bütün şehitlerin ulusu cihanda nadirdir.

Allah'a şükürler olsun ki, Fatimetüzzehra bahçesinin yeşil incisiyim. Peygamberler serverinin bağında yetişerek açıldım.

İnciyi (Hz. Resûl (AS)) tanıdım. Sırların sırrını görülmemiş derecede, hakikatle bildim. İmam-ı Ali'nin karnından şüphesiz gelmiş evladıyım (Hem ceddim hem babam).

Noktayı bildim. Kalbim onun nurundan, hatlar, ender hatlar, sinemin levhası ayinenin başındadır, hakikat apaşikarım.

Harf harf, nokta nokta garip şekillere birer birer nazar ettim. Onun için inci saçan oldum (Hz. Resûl'ün nuru ile tasarruf ederim).

Sinem levhasının ne renklerden olduğunu hiç kimse bilemedi. Sultanlar şâhlar makâmındayım. Şahidim de şâhlar şâhı Hz. ALLAH (CC).

Çok kinli ve öfkelilerin hakkımdaki dedikodularına ne söyleyeyim ki? Vefa ve sadakati olmayan sıpalar ne bilir ki?

Aşkım nişansız ve karşılıksızdır. Bu zamanda âlem (sancak) sahibi Seyyit Hazîn benim.

Çok şükürler, şükürlerin sonsuz ve en güzeli ALLAH (CC)'a.

hzseyh1_edited.png
bottom of page