top of page

Kasideler

Bihamdullah

BİHAMDULLAH


Hamd Allaha... Hay ve Sübhân Allah'ın lütûflarına minnettarım.
Hâlen âşık (Seyyîd Muhammed Kadri), Hay zikri ile Geylânî'nin erkânında.
Hz. Ahmed (SA) Haydar, Hüseyin ve Zehrâ'nın lütûfları, Şâhım Şâh-ı Buhârâ desteğirim de Ğavs-i Geylânî.
O himmeti çok yüksek irfân Şâhı Ğavs, zor ve zârif bir usûlle beni cedlerim ve Hz. Muhammed Mustafâ (SA)'ın denizine ulaştırdı.
Allah'ın Şâhini Ğavs'ten, kat'i işâret gelerek sıkı bir emirle beni Hz. Şeyh Osman Sirâcüddin dergâhına yöneltti.
O dergâhta edip, sâdık ve sâlim âmâde iken, Hz. Şâh Ali Hüsâmüddin'in müthiş bir arslan gibi geldiğini gördüm.
O şehsuvâr üzerime hamle getirip beni avucuna alarak birden Hak dergâhına götürdü.
O Rahmânî dergâhta yâr ve mahbûblar divânı içinde Kadrî'nin icâzesini mühürledi.
Ey Kadrî! Yâr ve mahbûblar içinde şehsuvâr Osmanlı Ali'nin himmetiyle uç.
Hz. Geylânî'nin her iki zülfü ile, şâhinler gibi, o nazlı şirinler bostanlarını seyrân ederek uçuyoruz.
Bütün makam ve burçları (Hû), (Yâ Hû) âvâzlarıyle şâhin gibi uçarak tanıdım. Gavs-ı Geylânî'nin yerinde Ali.
Hz. Peygamberin vekili, bütün şahlar (yerinde) makâmında olan Ali, Süreyyâ gönül ve cânımla beni büyük evliyâ divânına dâhil etti.
İster beraberinde, ister ayrılığında, ister makbul, ister kovulmuş olsam da yine Hz. Mahmûd ashâbının köpeği ve Hz. Geylânî'nin evlâdıyım.
Ey Allah'ın Mahbûbu Ali! Âlemin efendisi Hz. Muhammed Mustafâ hatırı için lütuf ve marhamet et, bize kahredip, kovma.
Yâ ilâhî! İslâm içindeki bu doğuşumu, Hz. Ömer ve Ali ile Nakşibend ve Geylânî fadlı ile muhafaza et.
Mirâç gecesi Hz, Cenâb-ı Ahmed'in kademine boyun eğen Hz. Geylanî'ye Şâhi Nakşibend ile beraberdik. Allah'ın yardımı ile Hayber Kalesi'nin kapısını tutan imamı Ali (RA) elimi de öylece sıkı tuttu. Bir elim de Şâhi Nakşibend'in elindedir. Ey Kadrî artık düşmanlardan ne endişen var ki?

 


AÇIKLAMA:
1) Hz. Şeyhin Allah'ın verdiği nimetlerinin hamd ve minnettarlığı ile, Hz. Rasûl (AS), Haydar, İmâm Hüseyin ve Fatimetüzzehrâ'ın lütuflarına, Şâhı Nakşibend ve Hz. Ğavsı Geylânî'nin el tutmalarına mazhar olmakla yüksek tarikattaki en son ve esas kaynağına varmış ve oradan almıştır, bununla da en büyük üveysî'dir.
2) Hz. Şeyh buyurdu: "Evvel cedlerim Hz. Gavs'in nakîbi ve ona bağlı idiler. Fakat Hz. Şah-ı Pîr, beni Hz. Gavs'ten aldı".

3) Nakşî ve Kâdirî tarikatları, Hz, Şah-ı Pîr de en gerçek şekilde birleşmiştir.
Bir gün Hz. Şah-ı Pîr murâkabede iken, Hz. Ğavs hazır olur ve der ki: "Allahın çok sâdık, çok emîn ve sevgilisi Ali, tarikatımı da sana verdim, mürîdlerine de ver" buyurur. .
Hz. Şah-ı Pîr: "Kabul ettim, tarikat cedleri de kabul etsin" demesiyle, Hz. Pîr'in şeyhi ve babası, Kutbü'l-İrşâd Şâh Muhammed Bahaüddin hazır olup: "Ali, Hz. Ğavs'in teklifini kabul ettim. Sen de kabul et", der. Yine Hz. Şah-ı Pîr: "Kabul ettim, cedler de kabul etsin" demesiyle, dedesi Şeyh Osman Sirâcüddin hazır olur, ve teklif tekrarlanır. Hz. Şah-ı Pîr yine cedlerin kabûlünü isteyince, Hz, Şeyh Mevlânâ Hâlid ve sonra halkadaki bütün büyük pirler, Hz. EbüBekir Sıddîk (RA) ve.Hz. Rasûl (AS) hazır olup divân kurulur. Hz. Rasûl, Şahi Pîr'e, Hz. Ğavs'in teklifini kabul etmesini söyler. Şah-ı Pîr: "Kabul ettim. Ya Rasûllallah! Ancak divânda ve huzurunuzda Hz. Ğavs ile bir sözleşme yapmak istiyorum. Kadîri tarikatının zikrini yaparken mürîdlerin başına gelecek zararları Hz. Ğavs ödeyecektir" der ve kabul ederler, Bu suretle Kâdiri tarikatı Hz. Şah- ı Pîr'e, Hz. Ğavs ve Rasûl tarafından verildiğinden en yakın Kâdiri de biziz. Zaten daha evvel Hz.Şâh'ın dedesi Şeyh Osman Sirâcüddin Bağdat'ta Hz. Ğavs'in merkad-i şerifi yanında sekiz sene sülûkta kalmıştır. Hz. Ğavs'in emriyle şeyh Mevlânâ Hâlid'e gelmiş ve baş halifesi olmuştur.


Bir gün Hz. Şâh'ın bulunduğu Bağekûn'da, dam üzerinde müridler cehri olarak Kâdiri zikirini yaparken gelen rahmet nurunun şiddetli cezbesineden bir mürid fırlayarak baş aşağı damdan düşer, başı sivri bir kaya parçasına gelerek, kafatası parçalanır. Çok kan akar ve herkes müridin derhâl öldüğünü zanneder. Hz. Şah-ı Pîr'e müridin öldüğü haberi verilir. Hz. Şah-ı Pîr "mürid ölmedi" der. Kısa bir müddet sonra müridin olduğu yere giderken yolda oğlu (küçük yaşta) Muhammed ile karşılaşır, Oğlu der ki: "Baba çû (Yani gitti, mürid öldü)" Hz, Şah-ı Pîr 'Lâ çû (gitmedi)" der ve müridin yanına gelir, belinde bağlı (kuşağı) büyük mendili çıkartıp müridin üstüne örter ve murâkabeye dalar. Mürid hiç bir şey olmamış gibi canlanarak kalkar. Hz. Şah-ı Pîr bu açıklamayı yapar ve Ğavs ile olan sözleşme gereği, Hz Ğavs'in himmet ettiğini söyler. Şeyhimiz Seyyid Kadrî buyurdu ki: "Bu müridi bizzat gördüm. Hikmet icâbı boynu biraz eğriydi,"

MÜNÂCAT


"Yâ Râb! Can gözümü şuhüdunla mücellâ et. Gönül bedrimi her dem huzûrunla güzelleştir.
Sana lâyık şekilde temizlenemeyen kara topraktan cismime nazar ederek sâfi altın kıl.
Gönül kuşumu nefis kafesinden uçurtarak sevgiliye kavuşma hevesiyle aşk ve şevk ile yükselt.
Gönül kuşumu ay yüzdeki bende yemlendir.

Vücûdumu baştan başa aşkınla Fatımatüzzehra nuru kıl.
Yâ Râb! Ayrılıkta duramam, henüz bahri cem'in ğarki değilim.

Bugün beni cem'i mecmeül bahreynde izhâr et.
İlâhi! Arşı âlâ ve zâtın hakkı için Kadrî'nin gönlünü tezyin ederek ona şahlar tâcı giydir.
İlâhi! Lütfunun feyzini can müjdesiyle isterim. Gönül bağımı daima Şâhlar Şâhi Hz. Allah nazargâhın kıl.
Yâ Râb! Yarlar vuslâtını ancak ihsânından istemekteyim. Yüzümü nurlandırarak gönlümü de basiretlendir.

Yâ Râb! Fakirim, müflisim, kavuşmana ödeyecek bir şeyim yoktur, ancak zât ve sıfatlarınla beni vuslatınla sevindir.
Daima her yerde lütfü ve şânı büyük Allah! Huysuz beni mahrûm etme. Karşılıksız iyi ederek yükselt, inilti, titreme ve korku dolu Hâşim oğlu Kadri'nin içini emniyet, nâz ve nimetle değiştirerek şâd et."


AÇIKLAMA:
MERTEBE-İ CEL'A;

1- Cenab-ı Hak'kın kendi özünde zahir olmasıdır.
2- Esmâ ve sıfatların tecelliyatına da denir.
3- Hak Teâlâ'nın bir de inşânı kâmil de yakîni vardır. Buna (Kemâli denir Bu alemin esas gayesi İNSANI KÂMİL'dir. Bütün teayyunâtile zuhuruna (istiçlâ) denir. (Kenz-i Mahfi'den)

Münacat
Nat

ŞAHIM HÜSAM

 

Şâhım (Muhammed Ali) Hisâmüddin azim bir bedirdir, kudsi kuvveti çürümüş kemikleri diriltir. Hoşlukla gönülleri parlatan çok şafaklı Şâh Ali, Sübhân ile mesttir.
Evet, mutlak nurun mazhari Şâh Ali, hak sohbetinin mestidir. Âsâfı vezirler arasında belirdiği gibi, üstün cevherli Şâh Ali, şüphesiz Hz. Muhammed'in Süleyman Peygamber sultânlığında seçilmiş Âsâfı'dır.

Evet bize Süleymân 'sın.
Kalbimize Lokmân'sın
Gönül derdine dermansın
Şüphesiz bugün İsâ'sın
     İsâyu Yahya'mız
     Zülkifü Mûsa'mız
     Ne mutlu bize ki
     Öyle bir Şâhımız
     Yûsûf timsali Ali.
Kadrî'nin sultânısın
Yıldızı şafaklı bedrisin
Dâimâ İskender Câmisin
Bugün Gavsi Geylânî Ali.

Pür nur ve sırlı Gavs'imiz yüzlerce Rüstem'den heybetlidir. Gönlümüzü kristal inci yapan, Şâh-ı Buhârâ Ali.
Şuası arş-ı azîme giden, kalbimizi câma rehin eden o Şâh-ı nasıl vasfedeyim, İmâm-ı Rabbânî Ali.
Metih ve evsâfın her ne kadar söylense de tükenmez. Fikir ve şuurum yok oldu gitti de, Sen her zaman Şâh'sın Yâ Ali.
O güzel boyunun vâsıfıyım, dâima gözlerimde dergâhında ruhuna perverdeyim, Hz. Mevlânâ Ali.

Meş'al mübarek ruhu, siyah kalplere seykâl, can eltâfına cevherdir, Şâhi Osmânî Ali.
Pür nur şeffaf bir cevhersin. Çiğ tutmuş kırmızı saçlarının büklümlerine Kadrî'yi konan bülbül ettin, Halifeler Tâcı Ali.
Yüzlerce yıldızlardan daha parlak, nâdir nur tâcın zümrüt, yâkut ve Dür'dır. Sultân-i devrân-i Ali.
Tâce mürassâ, câme mümerred, tâse zübehcet, ancak senindir. Şâhi Bahâüddin Fidâni Ali.
Gönüllere nimet, inatlara nikmet çok şevketli sultân. Kalplerin kâşifi Ali.
Can ve gönüllerdeki keşfine, dâimâ Habıbullâh'ın ruhu da mukâ- bildir. Sümbül burcunda nur ve nişânını gördüğüm. Şah Ali.
Sümbül burcundan görünüp, kalbe remz ve işâret veren, inci saçan bedrini Kadrî seyre daldı, Yâ Şâh Ali.
Canımıza akseden Bedrini seyrettik. Kalbimiz âyine oldu. Gönüller sevgilisi Ali.
Gönüllerin şüphesiz nuru, çok nâzik bir sevgilisin. Can ve cesedinle baştan başa âyine olan. Güzellerin Güzeli Ali.
Gülü hüsününle tanıdım. İnciyi şevkinle bildim. Kalbi ve sevgiliyi lütfunla bildirdin, Şah ali.
Dâimâ bâlâdan nâzil olan lütfün herkese şâmildir. Hâlis gönüllere hâsıl olan, Allah'ın Bahri Ali.
Yeşil nur deryâsı Ali, susamışlara kevserdir. Billâh dâimâ Medihlere lâyık, Her zaman dilbersin Şâh Ali.

AÇIKLAMA:
Bu kasidede Hz. Şah-ı Pîr bütün makamların üstünde Sübhân ile mest, Haz. Rasül'ün baş veziri Âsâf ve bütün tarikat pirlerinin yerinde olarak ne güzel vasıflandırmıştır.
Hz. şeyh (kırmızı Gül Nesîmi) kasidesinde ilk olarak yaratılan Hz. Rasül'ün nuru içinde, ruhunun tam bir dolunay olarak mevcud olduğunu ve kıyamete kadar da ondan ayrılmayacağını, tam bedir ruhunun (hay) ismi ile mücellâ olmasından Hz. İsâ gibi ölüleri diriltir nefesli olduğunu açıklamıştır, bu kaside de "Şâhim Hisâmüddin büyük bir bedir, nazarı çürümüş kemikleri bile diriltir" vasfetmesiyle ilâhî Hay isminin kudretinden mazhariyetini beyândır.
Hz. Ğavsı Geylânî'nin (Kds) bir papaz ile mücadelesinde yüz seneden evvel ölmüş bir hıristiyana "Kum bi iznT (benim iznimle kalk) demesiyle hıristiyanın dirildiği, Hz. İsâ ve havâriyyûnlarının ölüleri dirilttiği malûmdur. Allah ve Rasûl halifesinin de ölüleri diriltmesini çok görmemek gerekir.
Bağekûn'da bir gün Hz, Şah-ı Pîr geçerken mürîdler bu kasîdeyi okuyorlardı. Hz. Şah-ı Pîr buyurdu ki: "Bu kasîdeyi okuyan ve dinleyen bir hatmei şerîf okumuş gibidir."
"Yüzlerce yıldızlardan daha parlak nâdir nur Tâcin: Zümrüt (Hz. Rasûl) "Yâkut" (diğre paygamberler) "Dür", (yüksek evliyâ nurları) iledir."

KAİNAT İNCİSİ HAZRETİ RESÛL (AS) İÇİN;

Kâinat ummanının HAK cevheri
Muhammeddir Ol Resûller serveri
Zati nurdan oldu ruhi enveri
Sebep oldu âleme HAK rehberi

Beridir Adem’in abtürabından
İlk habibtir O, nebiler ekberi
Nuri tevhit, esmayı HAK mazhari
Geçti kamuyu Kâbe kevseyn eri

Fesih etti gayrı yol ve dinleri
Sultanlıkta yoktur asla benzeri
Yüz Süleyman yol tozunun kemteri
Süleyman ezelden kulu çakeri.

                              Süleyman KAYA


HAZRETİ ŞAH-I PİR MUHAMMED ALİ HÜSAMEDDİN (KDS) İÇİN;

Güya seni övmek ister bir geda
Hiç mümkün mü bu? Ey Mahbube Hûda
Hayranım sana canu gönülden feda
Şâhi Hisam Naibi Muhammed Mustafa

Bir lütfü ilâhî âleme merhamet
Âlem devrinde buldu yüksek saadet
Tarikinde bırakmadı müridane zahmet
Her kim dese YA ALİ hazırdır himmet
Kul Süleyman şaha candan eder hizmet
Yüzüm eşikte geçse de yüz kıyamet.

                            Süleyman KAYA

Şahım Hüsam

YA ĞAVSI GEYLANİ

Fakirim sensiz ey cânım, medet yâ Ğavs-i Geylânî!
Bizimle ol ey sultanım, medet yâ Ğavs-i Geylânî!

Aşkınla dâima çok mest, zavallı gönül senle peymest,
Canım sevdan ile bes, medet yâ Gavs-i Geylânî!

Din ve canlar Muhyiddini, sen her derdin hekîmi,
Kıl kalbime nazar ihsânını, medet yâ Ğavs-i Geylânî!

Gönül muhabbetine bağlı, şüphe yok eyâ rânâ,
Mededimsin her zaman, medet yâ Ğavs-i Geylânî!

Çok günahkârım bil, ağırlığıyle omuzumda şâmil,
Rahmeyle hüdâ Şâh-ı âdil, medet yâ Ğavs-i Geylânî!

Bağdatta cânımın enîsi, Kadrî nasıl sevdâlısı,
Hazîn'dir Hâki payesi, medet yâ Ğavs-i Geylânî!

Ya Gavsi Geylani

GÖNLÜMÜN CEVHER CAMI

Misk ve amber, kristâl gönlümün cevheri, Allah, Resûl ve o esmer Şâh'ın nurundan.
Rüstem'den de heybetli, çok sır ve nurlu Yûsuf sıfatlı, mahmur ve mest Şâhım'a, neş'enin şâhıyla hizmetteyim.
Hizmetim ona’dır. Gönlümde onunla neş'eli, örgülü saçı yüzdeki benden ayırarak Hazîn'in canını ihya etti.
Ölü kalbi onunla dirilteyim. Yedi semâda uçurtayım, inci nurlu ayın arş-ı azîm'den cezbedeyim.
Siyah kalbleri meş'al eden Şâh Ali'nin cemâl nuru, canımı kaparak gönül kristâlinde parladı.
Kaptı o beni güzel yâr,
Yok etti beni o leziz lâf
Yükseltti beni nebiz kâseden
Bi hoş etti, ihya etti gönülden
İpek saçlı o Kerîm Şâh.
Amber kokulu, büklümlü zülfünün goncasına konan bülbül etti.
Kadehinin sermesti bî hoş bülbülüm, yaralıyım gözlerinden ey İsâ gibi hekim.
İsâ da sen, lokman da sen.
Ruhların ruhu inci de sen,
İskender ve cami de sen,
Gönülden siyahı kaldıran sen.
O dilber Şâh Hisâm götürdü siyahımı
Gece gündüz doldurdu dâima kadehimi
Zümrüt rengiyle yeşillendirdi beni.
Zümrüt ve yakutların renginden güzel yüzü kudsî bir âlemdir.
Nakışlı kristal pak yüzü Kadrî'yi gönülden diriltti.

AÇIKLAMA:
Nebiz: Hurma şarabı nlııo, Hz. Peygamberin nisbetine işarettir.
 

Gönlümün cevher camı

YARE İLK BAKIŞ

Sevgiliye ilk bakışımla gönlüme şevki düştü. Gözlerinden akan bir okun ucu ta kalbime dayandı.
Gönlümden kopardığı bir alev bütün bedenimi sardı. Kalbte zeyt nuru Ali ile tutuştu.
Tur dağı ağacında görünen o nurlu aya, Hz. Musâ gibi dâim huzurdayım.
Bütün yıldızların bulunduğu şeffaf kristâl can ve gönlüm Ali'nin berkiyle cilâlandı.
Şevk incileri saçan gökkuşağı gibi mihraplaşmış kudsî ruhu, kalbimi İsm-i Azâm vâridi ile nurlandırdı.
Tezyinim için gelen incilerle gelin gibi süslendim. O dilber bana “Ey Zeynî gel!” diyerek sohbetine alıp tahta oturttu.
Evet, misli görülmemiş güzelliğimle bir peri bahtıyım.
Aşikâr olarak kemâle ermiş tam bedrimi satanlar zarar ederler.
Ey saâdetimizden uzaklaşmayan nâzik gençler! Biliniz ki burçlarda inci canlı yıldız olan Kadrî de size cân fedâdır.
Dâima Ali'nin ruhu ile yüklü, asil ve nazlı Kadrî, kokusu misk ve lâleden şirin bir güzeldir.
Evet, güzelim, şirinim, mestim, Şâh'ım Ali'nin zülfünü istedikçe, o bana dolu kadeh sunmakta.
Bedeni tamamen nur o esmer, kırmızı dolu kadehi eliyle sunarak Kadrî'yi derinden çok mahmûr etti.

 

Yare ilk bakış

DELİ SEVDALI

Gerçi gönlü mahzûn, Şâh’ıma bir deli sevdalıyım.
Gülü kapmış, Zeynel Abidin bağının bülbülüyüm, yârinin muhabbetiyle daima söyleyerek, gözlerimden akan kanlı yaşlara merhamet et.
Sultânım! Can ve kalbi esir bu fakire kâfi gelecek lütûf ve ikrâmınla rahmeyle.
Her yaraya devâ, Hazîn'in derdine de melhem, yârimin zülf ve beni, ben bülbüle yeni bahardır.
Cevher alınla yüzdeki nurlu zülf ve benini, bahçedeki kırmızı gülü kapar gibi gönülden istemekteyim.
Yanında bülbül olan kırmızı gülün zülf ve benini tavaf ettim.
Başı kesilmiş, toz ve kanına bulanmış bir kuş gibi aşkının cezbesinde çırpınarak yârimin şehîdi oldum.
Ey! Şehbâzım! Gönülden muhabbetini isteyen bu Hazîn'in ah ve iniltilerini bir dinle.

Ey Kadrî! Gelirse sultânın bedrin o yâr
Ver yüzlerce kurban müjdesine o dildâr
Yüzlerce gül yüzlü şirin verem sadakan
Cismu canım dahi ey Habîb-i Havremân
Habîb-i Havremân, Yûsuf-i devr-i zaman
Sekim dâim kapında hem le ser âsitân
Fedakâr köpeğim, Saîd ve Ali Yâra
Güneş yüze dönerim müşteriyim tam.

Burçlarda canı cevher yıldızın, inci, yakût ve mercanlarını şefkatle istemekteyim.
Veliler şâhı rehber ve üstadım Şâh Ali'ye zelîl kölesinin kapıda olduğunu haber verin. Silsile ve zencirimin hatırı için o sultanlık şefkat ve merhametiyle ben fakiri belki sorar.

Ey rehberu âlî makâm, üçyüzbinlerce selâm.
On senedir ne zaman görünecek bedr-i Kemâl
Görünse bedr-i nur, biz oluruz aynı Dağ-ı Tur
Önünde o şâh-ı nur, meş'al olur bu kalb-i kedur

Göz ve gönlümüzü çok nur dolduracak şâhlar bahçesinin sümbüllerine girip o kırmızı gülü kokladım. O bahçeyi, o sarı gülü dâimâ seyrederek gönül derdini sen Lokmân'a devâ ettirdim ve cânının anahtarı sinesindeki sırrı sensin.


AÇIKLAMA:
Hz. Şah-ı Pîr Hisâmüddin'in sümbül olan evliyâ bahçesine dahil olup kırmızı gül, Hz. Rasül'e vardım. İlâhî tecellâ olan sarı gülü daimâ seyrederek gönül derdini Şâhi Hisâmüddin'e devâ ettirdim.
 

Deli sevdalı

GÖNÜLDEN TURUM

Gönülden turum ki o nurlar nurundanım. Berk sıfatlıyım. Şafakım da kırmızı.
(Küntü kenzen) sır Hazînesinden haberdâr, nesebi âli ve meşhurum.
Ceddim Hz. Muhammed Mustafâ (AS), İmâm-ı Hüseyn ve Zeynel Âbidîn, pak sedeflerinin incisiyim.
İnkâra gelmez hakikat. Herkesin irşâdına lâyık rehberim.
Evet, şüphesiz bildireyim ki, hakikatin, baştanbaşa herkesin parlamış öncüsüyüm.
Hakikat üzerinde baştanbaşa Hisâmüddin yazılı daimî yeşil âyineyim.
Hakikat her dilbere âyine olmuş, şânı yüksek âlemdârım.
Dokuz tarikatte âlemi müyesser, bugün burçlarda çok kanatla uçan benim.
Can kuşum kırk kanatlı şâhin gibi uçmaktadır.
Medihlerini söyleyen Kadrî'yi ayıplamayınız. Çünkü o Şâh’ından çok serbest kılınmıştır.

AÇIKLAMA:
Kudsî hadiste Cenâb-ı Allah buyuruyor ki: "Ben gizli bir Hazîne idim, bilinmek istedim, onun için âlemi halkettim." Hz. Şâh "Haberdarım je sırra küntü kenzen" demekle ben o Hazînenin sırrından haberdârım, yani ilk Hazînesinden haberdârım, bu ilk sır da Cenâb-ı Hak'tır. Onun ruhu, ceddi Hz. Rasûl'ün nuru idi. O da âlemler yaratılmadan evvel Allah'ın (CC) zâtında nur idi.
Sohbette Hz. Şeyh açıkladı: "Ma arafnake hakka marifetke" (Yâ Rabbi seni layıkıyla bilemedik) hadisi şerifi Hz. Rasûl KABZ halinde söylemiştir. Cenabı Mevlâ'nın Hz. Rasûl'e bildirmediği hiç bir şey yoktur. Her şeyi bildirmiştir.

 

Gönülden turum

AYETULLAHI ŞERİF

Ayetullahi Şerîf verdi bana o yüzden
Habîbullah nazar verdi bana yüzünden

Geldi bize nazar mücella bir kandilden
Fevellâhi göründü o güzel yüzünden

Göründü Şâh Ali yar, o güzel yüzü ile
Hazîn ondan fenâ oldu bugün o yüzden

Yok oldu açılmış kırmızı gül yüzünden
Emirim hem de müşirim senin yüzünden

Öyle bir ejder ve aslanım ki eşi yok
Şah-ı kisra ve kayser yerimdir o yüzden

Yakutlarla inciler yeriyim sarı yeri
Mercanlarla durlar yeriyim güzel yüzünden

İnciler incisiyim anne babam seyyit
Kendim hep misk ve amberim o güzel yüzünden

Miskindenim tamamen ben, Resûl Ahmed'in
Bildik bize gelen işaretle o yüzden

Kavuştum ki daima onunla beraber
Şerîf adım baştanbaşa üstün o yüzden

Şerîfim, çok zarifim aynı lâal gibi
Yakut üzere gümüş gibiyim o yüzünden

Yakut ve zemrut gibiyim ne diyeyim ben
Nefisim hem de sinem Cudi’dir yüzünden

Gülüm ki sinem yarlar meskeni çok şafak
Şâh’a ve sevgiliye, sevgiliyim yüzünden


Şâh ve Habîb’in sevgilisiyim şüphesiz
Belkıs gibiyim şanım yüksektir yüzünden

Dilberler için yanan nurum ulviyette
Tacı, dürler ile bezenmişim o yüzden

Taçlı şehber zülflüyüm şüphesiz evet ben
Beyaz kuşa benzerim o güzel yüzünden

Kenger kuşu gibi daima inlerim ben
Peltek keklik gibi öterim ben yüzünden

Lügatlarla papağan oldum öterim
Memnu'ya yanık Zin oldum yüzünden

Zin oldum çok nazik hem de ne kadar şirin
Gönülden çok sadık inançlıyım o yüzden

Sana çok sadık hem de layık doğruyum ben
Çiçeklerden katmer gelinciğim yüzünden

Sadıkım, inançlıyım hem de rehberim ben
Hazretin yanında müşavirim yüzünden

Mabeyin müşaviri her zaman benim ben
Çok sırlardan hayretteyim ben o yüzden

Çok garip sırlar ve taze inciler sinemde
Söylemez ki sinemdeki çokluk o yüzden

Sinemde pek çok inciler vardır yüzünden
Yakuttan blakşandır şafaklıyım yüzünden

Baştanbaşa sarı gülüm o yüzünden
Nakşim yeşil ayinedendir o yüzünden

Nakşım eminler sultanı ayinesinden
Cihani gönülden görenim o yüzden

Gönülden İskender camiyim aynen ben
Sözlerimle Kevser dağıyım o yüzünden

Nasıl kristal bir inciyim senin yüzünden
Haydaroğlu Hüseyin oldum senin yüzünden

Kırmızı şirinler bağında ne şirinim
Ben her yaraya tabibim güzel yüzünden

Tabibim, edibim hem de ne lebibim?
Elma kokulu şirin güzelim o yüzden

Dostlar için kokusu ne güzel elmayım
Siyah başlık, güneş ışıklıyım o yüzden

Şafağım güneş gibi doğar hakikatte
Ondan beyaz bilekliğim güzel yüzünden

Beyaz bilekliyim, meyinden içmiş sevdalıyım
Evet, Elest meclisinin mestiyim o yüzden

Ben mestim yine de elimde nurdan kadeh
Sana can ve gönülden kastım o yüzden

Ona yüzünden kavuştum ve bana dedi
Sensin bana tabi, sensin o yüzden

Tâbi idim, ayrı değildim öylece ben
Gönülden ondan öyle kaynağım yüzünden

Çeşmenin başından doğarım şüphesiz ben
Yarlardan nasıl kâmil bir yârım yüzünden

Güzel yüzünün etraf ve süsüyüm ben
Yeryüzünün dört tarafındayım o yüzden

Dört özlüyüm, sadık, gönlü temiz yüzünden
Çok nazik, hudutsuz şirinim yüzünden

Çok nazik güzel şirinim ki onun için
Hal ve ahval sahibiyim o güzel yüzünden

Hal ve ahvalin nadir ey gönlü Hazîn
Yeter faydasız döktüğün sen aysın o yüzden.

AÇIKLAMA:
"Siyah puşum şafak rujum dibim ayni hakikat"
Siyah Hz. İsa'nın nispetidir. Hz. İsa gibi hekim, güneş şafaklayım ve aynı hakikat oluyorum.
"Sipi destim ji mey mestim ne hişyar.
Bele mesti elestim ez jidimi"
Sipi İmamı Ali'nin nurudur, Yani elim İmamı Ali'nin elinde ve onun mey'i ile mestim, Uyanık değilim. Evet elest meclisinden mestim yüzünden.
Yakut ve zümrüt gibiyim: Bütün peygamberan-ı izam ve Hz. Rasûl varisiyim. Sinem (Göğsüm) bütün kudsî ruhların toplandığı CUDİ dağı mescididir.

Ayetullahı Şerif

DİLBERİN GÜZEL YÜZÜ

Dilberin yüzünde açılmış neşeli kırmızı gülü gördüm
Ey Hazîn! O sallanarak gelişine yüzlerce kurban ol.
O güzelin yavaş yavaş gelişine can ve malınla kurban ol.
Belki o şirin yar, berrak kâseden sana eliyle sunar.
Yüzü nur halkası tutmuş dilber, kâseden bir dolu sürahi mey verdi. Kadehime de siyah zülflerini döktü.
Meşrik ve mağriplere sığmayan şevki yerden arşa kadar nurlandıran sevgili, ben içtikçe kadehimi doldurmakta.
Vasıfları kitap ve ciltlere sığmayan o dilber, camın içerisinde dönerek en yüksek süreyyaya kadar baştanbaşa aydınlattı.
Kemâl bedrinin o ceylan gözlerinden yüzlerce şeyh ve mürşîd mesttir. O şehlâ gözlere, melekler bile temaşada! Hele o siyah beni gördüklerinden beri tasdik ederler.
İşte o güzel yüzdeki beni, yüzlerce huri ve cennete değişmem! Ya zülflerini öylece salıvermesi binlerce tur ve beytten iyidir.
Dibac ve atlaslarınla zülflerini tarayıp, gül ve misk saçtığına ruhum hemen şabaştır.
Evet, haddeden geçmiş billur yakuttan temiz gerdanına, ruhumun şabaş olması ne kadar lezzetlidir!
Haddeden geçmiş kristal, yakut gerdanda Kadrî aksini gördü, suyun içinde erimiş güneş gibi yok oldu (Tam fenaya girdim).
Hazîn o halkalı zülfünün sayesinde kendinden geçmiş, o güzel yüzünü gördüğünden beri deli divane olmuştur.

AÇIKLAMA:
Hz. Şâh-ı Pîr Hisâmüddin yüzünde Hz. Rasûl'ün tecelli etmiş nurunu gördüm.
Hadde: Endamlı, Kusursuz

Dilberin güzel yüzü

KRİSTAL GÖNÜL

Kristal gönülde sabah yıldızı gibi parlayan nur iki kanatla sema ve arşa uçmaktadır.
Dilberle beraber be zikrullah, sema ve arşı ay gibi uçarak kevn ve mekânı seyrediyoruz.
Kürsü ile levhi güneş ve şeffaf iki adımla geçen o sahip hüneri bir dinle.
Bugün kalbleri ayine eden sahib hüner, güneş gibi o Şâh, inan ki bir peridir.
O dilberin sema, arş, kürsü uçuşuna daima ruhumda beraberdir.
Kalbi şafaklandıran dilber, bütün perde ve hicapları da yırttı. Dokuz feleğe kadar o dilberin nur ve nişanı ile dolandığını gördüm.
Çok şerif beyaz nuru, gönlümü gümüş etmiş, ay gibi Şâh Ali'nin ruhu karşısında güneş gibi parladı.
Güneş gibi parıldayan gönülle o halkalı zülfünden kendimden geçtim.
Allah'ın hak ismine yemin ederim ki, hiç bir yerde senin gibi dilber bulunmaz.
Birden Kadrî'yi bende ve zülfüne hayran eden o peri Şâh Hüsam'ın misli görülmemiştir.

AÇIKLAMA:
Kürsü ve levhi iki adımda geçen Hz. Şah-ı Pîr'in tasarrufu, biri güneş gibi nuru, birisi de şeffaf, yani renksiz sıfatta olan Allah zati nuruna mazhar olmakla güneş ruhlu Şâh Ali bu geçişi yapabildi.
Bu tasarrufuna Hz. Şeyhin ruhunu da beraberinde almıştır. Bu hakiki mürşidin tasaruf ve keremidir.

Kristal Gönül

BİRİCİK DİLBER

Biricik o dilber Hazîn’in kalbinden pasları sildi. Çatık kaşlardan şehlâ bakışı, siyah kalbi inci gibi yaptı.
Süphan kadim Şâh Allah'a (CC) o dilber kalpten, sekavet, hased, kibir ve riyayı yok ederek emsalsiz bir inci yaptı.
Kıskançlık ve hasedi daima kalbten yok etmek gerek. Bu da oruç ile olmaz, muhakkak kâmil mürşidin nazarı ve zikrullah ile olur.
Siz daima Şâhım’dan feyz isteyerek zikir yapınız. Sevdiklerimiz olur, kalbinize nurlar ve sırlar doğacaktır.
Siz muhakkak sevdiklerimizsiniz, hem de evlâtlarımız. Zikri de neş'e ve huzur ile yaparak kalbi hatıralardan temizleyiniz.
Kalbi lein şeytandan temizleyiniz, umudumuz daima Rahim Şâh Allah'tan. Bugün emsalsiz inci biziz. Gönül için daima çalışarak isteyiniz.
Kalbim geniştir, yedi semadan da geniş. Yüz kevserden de daha verimlidir, kim ondan içerse bütün nimetleri almıştır.
Ey nazikler siz daima içiniz, bugün şeyhi Hazîn benim. Ben yakin ilim sahibiyim. Gönlümün kilidini Şâh açtı.
Çok acaib ve heybetli o Şâh, Kadrîyi gönülden sohbete çekti. Kalbine yüzlerce hikmetler koyarak onunla yer ve semaları uçtu.
Bütün semaları, nur arşa kadar uçarak üçyüzbinlerce hur ve kasirlerin (Evliya makamlarını) yerlerini, üstadım birer birer bana göstererek açıkladı.
Ey benim dilber üstadım, ey rehber lokmanım, bana çok izzet ve ikram eden sevgilim, ledun ilmini de (öğretti) bildirdi.
Ledün ilminin en yükseğini, gaybın en küçük zerrelerin keşfini, çok çetin ve zor perdeleri yırtarak hepsini idrakimize aldırdı.
Aradan perde kalktı. Ansızın vahdaniyet güneşini gördüm. Alnımı toprağa koyarak gönülden secde ettim.
Ona hakikatte secde ettim, ansızın büyük denize düştüm. Ki yüzlerce abid ve tarikat şeyhi bu büyük denizi geçememişler.
Evet, Lokman hekimin hikmetine sahip olsalar bile mürşîdsiz olunca geçemezler. Baştanbaşa bu denizde kaybolurlar.

AÇIKLAMA:
Mürşid tam olgun olunca mürid çok daha kolay ve yakından büyük lütuflara erer. Bu büyük derece ise teveccüh makamı ile geçilebilir İlim ve ibadetle geçilmez.

Biricik dilber

İSTEDİĞİM SEVGİLİM KARŞIMA GELSE

Gayem; dilberim karşıma gelerek gönül turunu tam ay yapsın.
Batıda ve sırda bir ay görünsün, gönül doğusuna da güneş doğsun.
Hafi, Ahfa ve nefsi natık hep beraber değişerek parıl parıl parlasın.
Eltaflarım baştanbaşa yenileşti. Sağ ve solum, baştanbaşa meş'alelerle donandı.
Beyaz, kırmızı, yeşil, siyah ve sarı, bütün nurlar hep beraber kendi renginden şafak vererek göğsümde birer kandil oldular.
Sinemde tutuşan bu kandiller adil şâhın hikmeti ile burçlarda öyle tertip ile denkleşti ki, Babil kuyusu sihri bile yapamaz.
Bu tertip ile burçlarda beş bedir (tam ay) gördüm. Nakış ve işleyişi emsalsiz, o nakışları öylece seyrettim, gönül bahçem baştan başa sümbül oldu.
Gönlümün bahçesi huld cennetidir. Menekşe çiçek ve taze üçlü.
Gönlümü yâr için mesken yaptım, gayelerden buna çalıştım.
Sevgililerden şirin ve neş'eli bir yarım süslerle, şarabın sevinçli tortusu ve aşk ile yare kavuştum.
Kadrî fena ile sevgiliye ulaştı, söyler, söyledi demekle ne lüzum var ki?

AÇIKLAMA:
İmamı Rabbani Mektubatta buyuruyor ki: SEYRİ İLELLAH, beş- letaifin aslına çıkmasıdır. Ellibin senelik sülük yoludur. Bundan sonra SEYRİ FİLLAH başlar, bu kaside bu hali bildiriyor. Şeyh Şurahbil dedi ki; bir sabah Seyitler camisinde müridlerden Hacı abduikerimle Hz. Şeyhin Huzurunda idik. Hz. Şeyhin başı üzerine çok parlak tam bir bedir indi ve kalktı. Üç kere inip kalkan bu dolunayı ikimizde zahiri gözle gördük. Biraz sonra Hz. Şeyh gözlerini açtı ve bu kasideyi yazdı. Okumak için de bana verdi. Hasıl olan hâli kendisinden sorduk. Buyurdu ki: Ceddim İmamı aliyittaki Hazretinin mübarek ruhu beni kapladı ve bu kasidenin hâl ve makâmını verdi.
Ellamdülillâh ne ilâhî lütuftur ki, ellibin senelik sülük yolu şeyhimize bir kaç dakikada verildi.

İstediğim sevgilim

GEL DİLBER

Gel dilber deva et gönlümü perde ve hicapları kaldır gönlümden. Gönlümsün, gönül mihrabını eşitle, olmasın noksanlık, bozuk ve çirkini kaldır gönlümden, gönlümsün.
Dikenlerini yok et, hayal ve hatıratı sil, hata ve şehvetleri çek gönlümden, gönlümsün.
Hatrı ve hayalleri kaldırarak, gönlümü gelin ve güvey gibi güzelleştir, gönlümsün.
Gönlümü en üstün güzellikle güzelleştir. Göğsümü altınla süsleyerek zümrütlerle ahenkleştir, gönlümsün, gönlüm.
Zümrütlerle süsle ve Cudi dağının laâl cevheriyle ve saz ve ud ile de, gönlümsün gönlüm.
Ud ile gönlü dirilt, güzel ve cilve ile parlat. Gönlümü sultan ve paşa eyle, gönlümsün gönlüm.
İlâhi emirle gönüllere paşa kıl, en üst şevk ve mercek ile, gönlümsün gönlüm.
Yeşil merceğin şevkiyle, nakşıda tam ayın nakşından, benim için gece ve gündüzler hepsi kadir gecesidir, gönlümsün gönlüm.
Her gece benim için kadir gecesidir. En karanlık geceler mehtaplıdır. Yer ve gökler benim için yeşildir, gönlümsün gönlüm.
Gönlümü sevindir, güzel yüzün ile yükselt, güneşine karşı pak et, gönlümsün gönlüm.
Tebriz güneşinin paki, şeker tatlılığı ile gönlümden ne kanlar akıtıcısın, gönlümsün gönlüm.
Güneş gibi Himalaya dağları üzerinde de doğup uçarsın, kaftan kafa kadar gönlümü tutarsın, gönlümsün gönlüm.
Kaftan ta kafa kadar, bildik bütün katlarda seyran ediyorum. Lâ Lâ ile, gönlümsün gönlüm.
Lâ Lâ'e gidelim lâ lâ lâ, hep gidelim en yükseğe Hu hu' dur o yüksekte, gönlümsün gönlüm.
Hu ve hu deryası hakkı için arşullahtan, bütün mahlukata kadar Hu'dan başka maksadım yoktur, gönlümsün gönlüm.
Allah'tan başka yoktur maksudum. Gönlüm tur ve beytullah oldu. Muhammed ya habibullah, gönlümsün gönlüm.
Gönlümün sırrı Habibullahtan, Hu Hu'su Bazellahtan, ya arifi billah Muhammed, gönlümsün gönlüm.
Arif-i billah Muhammed, Eminullah Hüsameddin (ikisi de) Kadri'nin gönlünde ve daha Allah ne istedi ise maşallah, gönlümsün gönlüm.

AÇIKLAMA:
Tebriz Güneşi: Şems-i Tebrîzi'ye işarettir.
Ud; Zikrulah
Benim için her gece Kadir gecesidir. Yerler, gökler Haz. Rasûl'ün yeşil nuru ile doludur.
Arife billah Hz. Muhammed, Eminullah Hüsameddin ve Allah daha ne istedi ise (Maşallah) Kadrî'nin gönlünde.

 

Gel Dilber

HANİ GÖNLÜM

Gönülden perdeleri kaldıran gönlüme, dolu dolu kadehleri sun sevgili, kara gözlere de sürmeyi çek, gönlüm, ah hani gönlüm.
Siyah gözlere sürmeyi çek, saçlarını dalgalandır. Badeyi de kadehe doldur, gönlüm, ah hani gönlüm.
Meyi kadehe gulgul seslendirerek dök. Siyah zülflerini taneleştirerek bağla, güzel yüzüne beni bülbül et, gönlüm, ah hani gönlüm.
O güzel yüze bülbüller bülbülüyüm. Yüzündeki ful benden yemlenirim. Kırmızı güle gazel okuyanım, gönlüm, ah hani gönlüm.
Güle gazel okuyan gülüm. Çileler çekmiş zahid değilim. Hayu huy eden sofilerden değilim, gönlüm, ah hani gönlüm.
Gönlüm gönülü gördü. Nur üzere nur nazil oldu, güneşe karşı bedirdi, gönlüm, ah hani gönlüm.
Güneş gibi doğan ayın şuası kalpte basıldı, gönül çırasında parladı gönlüm, ah hani gönlüm.
Gönül çırasında aydınlandı. Nurlu şevkli sevgendi, üstaddan üstada gelirdi, gönlüm, ah hani gönlüm.
Üstadlardan Habibullah ve yar (Hz. Şah-ı Pîr) gözlerinden güzel yüzünden, yılan gibi siyah zülflerinden gönlümü kor ateş eden Ali'dir, gönlüm, ah hani gönlüm.
Gönlüm ateş nurudur. Kristal çini kâsedir, o dilber için süslediğim gönlüm, ah hani gönlüm.
(Ateşli) kırmızı gül için süsle, serlerden ve dikenlerden temizle, sevgililer için mesken et gönlüm, ah hani gönlüm.
Gönlüm gönlümü gaybı doğru bildiren kol kanattır, maksadım o Şah-ı Tıfle meanisiyim, gönlüm, ah hani gönlüm.
Sema (mavi) renk hevrami abasının nurlu Tıfle meanisiyim. Dâhil ya İrfan Şahı gönlüm, ah hani gönlüm.

AÇIKLAMA:
İhsan yolu kitabı Nakşibend kelimesinin izahında (Tıfle Meani)
açıklanmıştır.
Hevrami; Haz. Şâh-ı Pîr'in bulunduğu mıntıkanın ismidir.
Gönlüm benim için fal (yani gaybi bildirir) doğru kol ve kanattır. Maksadım tıflı meanimi yaptırana varmaktır. Sema renk abasının nurlu rTHjhabbetli tıflısiyim. Dahil ya şahi irfani gönlüm, hani gönlüm?
Sema Renk Âbası: Şeyh. Osman Siracüddinin abasıdır. Ve de ilâhi uiüviyetten hâberdar olmak anlamına gelir.

Hani Gönlüm

YOLCUYUM

Eğer bir sorarsan? Buradan yola koyuldum, iki kaşlardan kacer oklarını nasıl da saçıyorsun?
Gönül ve canı eritircesine öyle oklar yağdırıyorsun ki, ceylan gibi alnınla şirin ruhu da kaçırıyorsun.
Alnını parlatıp zülflerini de üzerine salladıkça cismi de canı da güzel ay yüzünde eritiyorsun.
Su gibi berrak, güneş gibi doğuşun, o kâküllü zülfünde bizi kebap gibi yakıyorsun.
O ilâhî lütuftan bana bir eser verecek dilberin sözlerini isterim, asla altın ve gümüş isteklisi değilim.
Güzel yüz ve gözlerinle bize bir bakışın gönülden pas ve hatreleri siler.
Hata ve hatıraları zülflerinle kaldır ki, o inci ağacından (tarikattan) meyveyi ve yemeğini göreyim, daima göreyim o meyveleri, zülf ve kemerleri sonra o incileri, şeker emeyim.
O aydınlık ruhları şeker gibi emeyim, daima o bakışını istediğim kuvvetli cengâver beni öldürmüştür.
Ah o kuvvetli cengâver elinden! Gönlü pala ile doğradı, acımadan merhametsizce ciğerden kan akıttı.
Ciğerden kan akıtarak yaktı. Zafer hükmü ile de karaciğeri de parçalayarak dağıttı.
O muzaffer hükmü ile beş siperime oturdu. (Eltaf ve nefis) kılıç ile gelerek beni mecalsiz bıraktı. O güzel perinin kemerine, kolyesine, çengel ağına düştüm, hem gerdanlığının bendine.
Zülfleri halkalı o meleğin ağ ve oltasına düşmüş bir iti gibi inlerim.
Kapında inlerim, belki bir görsem gözlerin, işitsem sözlerin. Henüz esası da bilmiyorum.
Ah bu ne ayrılık derdidir. Bugün Kadri'ye sen de zulmetme.
Bu ne yakıcı ateştir. Sabahtan beri yanarım.

Not: Kacer: Çok meşhur bir okçu.
Seyyid Kadrî, Bağekun'a Hz. Şah'ın ziyaretine giderken bu kasideyi söylemiştir.

Yolcuyum

EZEL SIRLARI

Ezel sırlarını asla ben ve sen bilemeyiz. Gayb perdesinin arkasındakini ben ve sen çözemeyiz.
Gayb perdesinin arkasını, sen ve ben hiç kimse kalmadığında ancak bilebileceksin.
Ey çok büyük günahkâr, Allah'ın lütfundan sen ve ben ümitsizlenmeyelim.
Ey ki hüner ve zühd amel sahibi, mağrur olma. Allah yanında iyi olup olmadığını sen ve ben bilemeyiz.
Bil ki, Hak her şeyi ezelden hak olarak takdir etmiştir. Hakikat senin içinde, bu takdir edileni ben ve sen bilemeyiz.
Ey Kadrî niçin bu ezel takdirinin ilminden söyleniyorsun. Ki tafsilatını bilmiyoruz, ben ve sen.
Hiç kimseyi iyiliğinden inkâr edip, kötülüğünden bahsetme. Çünkü sen onun ezeli vekili değilsin, bilemezsin sen ve ben.
Ne ezel vekili ne de kefilsin. Hasta senin değildir, ilacı nedir bilemezsin sen ve ben.
Yeter ilâhî esrârdan fazla açma, henüz ölmeden iyi bir iş yap, sen ve ben.
Yeter ey hâce Hazîn. Kalk kârlı bir iş yap ki sakinin yüzünü göresin. Çünkü baki değilsin sen ve ben.
Sakinin yüzünü terk etme ki baki meyinden içesin çok çalışarak terakki etmeyi terk etme sen ve ben.
Sevgilinin yüzünü görmeyi terk etme ki gönül paslardan silinsin. Kapkaranlık çok yılanlı mezarı varacak yer etme, sen ve ben.
Tedbir ve tedarik yaparak mezarı karanlık yapma, daima gaffar rabbimizinden ümitliyiz, inatçı olma sen ve ben.
Ey Kadrî gençsin, hoş ve neşeli işlerden sakın, son derece gizli tedbir al ki siyah yüzlü olarak huzura çıkmayalım ben ve sen.

Ezel Sırları

ALLAH'I ZİKİR

Ey nazik güzeller! Beyaz ihtiyar olmadan, kâmil şeyhin yanında daima Allah’ı zikir ediniz.
Canu gönülden zikri celâl yaparak daim kalan civanlardan olunuz. Şüphesiz biliniz ki, zikir ilâhî emirdir. Yapmamakta sual vardır.
Vallahi! Hüner ve basar ilmi seher vaktinde yapılan zikri celâl ile peyda olur.
Celâl zikri yaparak o helâl şarabı içiniz. Şeyhiniz Seyyid Kadrî'yi de hatırlamakla sır ve hâl sahibi olursunuz.
Zikir ediniz. Celâl zikriyle gaflet giderek güzellerden olursunuz, gönül nur ile dolarak meş'al olur.
Allah (CC) korkusunu, hesap ve mizanı hatırlayarak gafil olmayınız. Bu dünyanın gurur ve gafletinden ancak daimi zikri celâl ile kurtulursunuz.
Daim yapacağınız zikri cemil ile ben rehber ve yol arkadaşınızdan selsebil içerek inci gibi olursunuz.
Bugün vaktinin ricali olan beni dinleyerek, belirsiz, kör ve sağır olmamanız için daima zikri celâl yapınız.

AÇIKLAMA:
Zikrin, kâmil mürşid yanında yani manevi muhafaza ve ruhaniyetinden isteyerek yapılması lazımdır. Şeyhin manevi huzurunda yapılan zikirde, ancak kalbin manevi hastalıkları giderir.
"Celâl" zikri: "Allah" zikri

Allahı Zikir

BİLİRSİN Kİ AŞIĞIM

Ey sevgili! Bilirsin ki sana dosdoğru bir aşıkım Mescitte de havrada da olsam maksadım gözlerindir.
Mescit, havra, sinagog, kilise nedir ki? Biz hiç bir zünnar bağlamadan sevgilimiz yalnız sen olmuşsun.
Din ve gönül nuru Muhammed (AS) artık bize yüz çevirme. Bu nazlı baş dönüşün ciğerimi dağladı.
Yaralı ciğeri yaktın, gönül ve sineyi de erittin akıl ve şuurumu kaçırarak bedenimde şirin ruhu da bırakmadın.
(Allah) sevgiliye henüz kavuşmadan, ruhumu aldın, sağı sol, önü arka ettin. Ok, kılıç, mızrak ve topuz ile vurdun.
Bedenime ok ve mızrağı vurarak, ciğeri ateş ve alev ile dağladın. Zülf ve kanat saçlarınla ciğerimden kanlar akıttın.
Kanat olmuş saçlarını sallandır, misk ve zülflerini omuzlarına kadar indir. Cennetlere değişmeyen o güzel yüzünle beni sevindir.
Cennete muhtaç değilim. Cehennemden de korkumuz yok. Badesi ile yandığım sevgili! Gel de kadehime gisularını dök.
Yakut kırmızı şeker dudağının yakıcı badesinden bana sun. Şâh ismin yazıldığı turreyi de muska olarak ver.
Aşk ile yakan alnındaki saçlarını muska olarak taşımam da belki delilim olacaktır.
Aşk ve neşenin özüyüm. Sevgilimden sunulan meyi içmekte.
Bir gece nasibim olsa da yâre varsam, yüzündeki perdeyi kaldırarak, daima isteğim nurlu tam ay yüzünü kaçırsam.
İşte bu her isteğimdir ki,  gazi Kadrî'ye yıldız, bedir ve terazi burcunu versin.

Bilirsin ki Aşığım

GÖZÜMSÜN GÖRDÜĞÜMSÜN

Gözümsün hem de gördüğümsün, gönlümün nurusun sevgili...
Ruhumsun, revanımsın, yârim sensin ey canım sevgili...
Saadet bahtımsın, bana vaat etmiş vaatsin, ziyade ömrümsün. Kazancım sensin ey canım sevgili...
Cihanımın canısın, hem de medetgâhımsın... Gizli hazînemsin, kalbde daimi sevgilimsin canım sevgili...
Ruhumun rahatladığını, verdiği fetihlerle kendisini bildirdiği, sabah kadehlerini sunduğu, yârimsin ey canım sevgili...
Kadir ve beratımsın, hem de abı hayatımsın. Kurtuluşumun hakikati billâh sensin ey canım sevgili...
Huzurumun neş'esinin, hüzün ve sürurumsun. Gül rengine döndürensin canım sensin ey sevgili...
Lâlimiz ve süsümüz, ışığımız ve kemâlimiz, ilmimiz ve remlimiz, leylamız sensin canım sevgili...
Alnına düşmüş zülfünle inan ki hurisin. Yakin ve doğrulukla bize leylasın, ey canım sevgili...
Burçlardaki peri, inci tam aysın, bize aksini vurup da çeken aysın ey canım sevgili...
Çalışmamız ve topluluğumuz, gayemiz ve nazımız, duyuş ve dolaşmamız, bizi görensin ey canım sevgili...
Nazım ve sazım, keşfim ve sırrım, oruç ve namazım, haccım da sensin ey canım sevgili...
Beytim ve lat’ım, tevhid ve zekâtım, bayram ve Arafat'ım hücrem sensin ey canım sevgili...
Yıldızım ve mahım, güneşim ve şahım, Huld sarayım her şeyim sensin ey canım sevgili...
Kadrî'nin başındaki taçsın, gönlündeki ışık, sinemde tutuşan nursun sevgilimsin ey canım sevgili...
Kadrî der ki dervişim. Ah ve figani gönülden etmişim. Yârim ile çok hoşum bize dost sensin canım sevgili...

AÇIKLAMA:
Hz. Şeyh, hacdan döndüğünde Bâğekûnda Hz. Şah-ı Pîr'i de son defa ziyaret edip Cizre'ye geldiğinde ilk yazdığı kasidedir.
İmâm-ı Rabbânî Mektubat'ında buyur ki:
Hayreti Kübra hasıl olduktan sonra marifet makamı vardır. Hayret makamı olan KÜFRÜ HAKİKİ'den sonra İMAN-I HAKKİYE kavuştururlar. (Divanım başındaki açıklamada geniş bilgi vardır.)

Gözümsün gördüğümsün

SEN ŞİRİN ELİNDEN

Biri kırmızı gül. Biri de gülbahar renginden, iki tam kadeh sen şirin elinden içtim.
O nazik elinden içtiğim iki kavuşturucu, kadeh ile divanında o kibar yârin karşısına geçtim.
Zülfleri yılan gibi simsiyah, o kibarın karşısında kırmızı yanağına eğildim ki onu her gören canından geçmiştir.
O kırmızı yanağı görelerin gönülleri ateş ve alev doludur.
Artık bu yakıcı, yıkıcı muhabbeti kim saklayabilir.
Habîbullah'ın aşk ve muhabbeti gönlü hemen kaptı. Gözleri hasetten patlayacak o mel'un şeytan buna karşıdır...
Çok lânetli şeytan bilhassa âşıklara pek kindardır. Bizi yardan uzaklaştıran o’dur. Ah! Sırları saklayan sevgili nerede?
Nerede yanında olduğum sevgili, daima hayalindeyim, ne zaman o sarı küpelinin cemâlini göreceğim...
Bileğinde bilezik ve mercan sarı küpeli çok şafak verdi. Ay ve güneş ondan haber verdiler ki, işte dikensiz ve çıkıntısız bir kırmızı gül...
Güneş gibi o nazik kırmızı gül her seher vaktinde çiğlerle bezenir. O çiğler içinde şeyda Kadrî incilerinden yemlenir...
O şehla gözlerine karşı incilerini tane tane saydım... Her zamanı bahar olan o sevgili, zülflerini alın saçları ile bend etti.
Dert ve gamları yok eden nur şevki her tarafa vurmuş haslara mahsus o dilberin baharına ben de mest ve ihtiyarım dışında gittim.
O bahara, yârimin ve sultanımın sohbetine gittim. Fakat gönülden yüzlerce feryat olup bir karar yok...
Ciğerimi kan eden o nar ve nur sevgiliye gönlü ah ve inilti dolu zavallı bülbül olarak daima öterim.
O peri, seher vakti gönlümü de nar ve nur etti. Çarşaf ve duvağının arasından o kırmızı gül yanağını gördüm.
Gül bahçelerinin de ondan renk aldığı, kırmızı yanağındaki gözlerini kast ederek tavaf ettim, artık onun tuzağına düşmüş çaresiz esir bir kuşum.
Daima ciğerden inleyen kararsız esirim. Bunun için aşkı saklayamam, zamanın aşk şahı olmuşum. Vaktimin şahıyım. Ali Hariri gibi.
Bazen sultanım, bazen fakirim, bazen neşeli, bazen de zavallıyım. Bazen zavallı, bazen dost, bazen mesken, bazen da saklayıcı, bazen ateş, bazen nur, bazen de şah ve sevgilinin elindeki gülüm. (Ateş: Zat nuru. Nur: Esma ve sıfat nurları)
Kokum, Hz. Ahmed'in kokusundan, şah ve sevgili elindeki gülüm.
İmam-ı Zeynel Abidin nispetinde şüphesiz yakına ermişim. Yârim de Şah Ali Hüsamettin.
Ona ilhak ettiğim sadık yar Şah Ali'ye üstün emirle gönlümü verdim. El ve ayaklarım yılan gibi siyah zülfleri ile bağlandı.
O siyah zülfler beni uçurdu, akıl ve şuurdan geçirdi. Divana ulaştırdı, yar ile beraber içtim.
Yüzlerce aydan daha nurlu, güzel yüzlünün elinden mey içtim. Ondan gönül ihlâsını istedim. O bana sayısızca verdi...
O güzel, sayısızca bana sundu. Ben de o güzelliğinin karşısında içtim. Elimi tutması için çok yalvardım. Yalvarışım kabul oldu. Aht ve söz verdi. Kazanç ve çalışmam makbul oldu. Aht ve sözlerim yerine erdi. "İnna fetahna leke fethan mubina" suresi gönlümde göründü...
Allah'ın nurundan gönlümde bir ayna doğdu. Hu nakşı da içinde idi ki şevki her tarafa ve sevgiliye de vurdu...
Şevki cihan içindeki her şeye vurdu. Candan sonsuz aşık, semaların kuşu olup, seher vakti öterim..
Semaların kuşu ve gençlerin yol arkadaşı oldum..
Hasların ve herkesin kibar süvarisi ve gelini oldum..
Bu gelinlik süs ve giysilerimle, kırmızı küheylan ata bindim. Bütün ova ve dağları, kaleleri gizlice uçtum...
Dünya’da ister mamur ister harap gezmediğim bir adım yer bırakmadım...
Gizlice dolaştım. Göklere de nazar verdim. Zamanın gece gündüz batmaz güneşi oldum...
Gece ve gündüz gençlere yol arkadaşı oldum. Kalblerinin ve yükseklerin ışığı oldum. Onlara iftihar...
Siz Kadrî ile iftihar ediniz ki o her zaman düldüle binmiş ay gibi bir sevgilidir. Nefsinize zulmetmeyiniz...
O daima düldül süvarisidir. Dürru yakutlardan seçti, (yani, Hz, Resûl'ü diğer peygamberlerden seçerek Muhammediyul meşrep oldu)
Yüzlerce kale kapılarını, zülfikârla parçalar. Vuruşları kahraman eshap Madiker vuruşları gibidir. Her nereye bir darbe vurursa onu dağıtır.
Bu hicapları dağıtayım. O parlak mah yüzlüyü dinleyin ki, o genç tövbekârlar için fetihlerin kapı anahtarı olayım...
Onlar mahcup kalmasınlar. Tövbekârlara yolun usul ve gidişini tanıtayım. Onlara can ve gönlümü de feda ederek utandırmayayım.
Gönülden yakına eriniz ki, dinin mahcubu kalmayasınız. Bu gönlü yaralıyı dinleyiniz ki, o dar ve kapkaranlık mezardan ibret alınız.
Kötü işler yapanlara ne kadar dar ve siyah bir mezar ki, içi yılan ve farelerle doludur.
Ümidimiz gaffar Allah'a. Ateş ve duman dolu mezardan kurtulmak için VEDUD Rabbımıza ümitliyiz.
Siz ahdinizi bozarak nefsinizi sakın ona atmayın. Sakın ahdinizi bozmayın. Sonra sizde paramparça olursunuz.
Nefsinize kahr etmeyiniz ki ateşten kurtulasınız. Dünyanız içinde uyanık olunuz, çünkü bu çok hırslı ve hileli dünyadır.
Siz hiç bir vakit dünyaya hırs ile bağlanmayınız. Yârin zülfüne düşkün olunuz ki, gerdanını ve sonra siyah mahmur gözlerini tavaf edeyim.
Gözlerini tavaf ettikten sonra her iki zülfünü de dağıtayım. Amber, misk ve gülsuyu serpeyim ve onunla deli divane olayım.
Ben ona deli divane oldum. Tane tane buseler verdi. Gönülden emiyor ve hem de yiyordum. Bu çirkin ve ayıp bir şey değildir. Bu çirkin ve ayıp bir şey değildir.
Bu açıklamam da beni ta'n etmeyiniz. Çünkü gönlüm alevlenmiş ateştir.
Ciğer ve gönülde eriyerek aktı.
Ciğer ve gönlümü çengin telleri gibi inletti. Peşenk savaşı kahramanı (GEV) gibi. Sevgili tüfeğine de sırf beni hedef alarak gönülden sel gibi kan akıttı.
Leyla'nın okundan gönül sel gibi aktı. Gönülden yüzlerce alev ve dağlar yanıyor. Ah bu ne zor bir ateştir.
Bu ne acaib ve ne zor bir alevdir. Gönlü dağlayarak kebap etti. İçindekini bu muhabbetle, hoşlukla çıkardı, beni zavallı mecnun etti.
Beni aşkın delisi mecnun etti. Hayalim, bu yara ve derdimle yerleri ve çölleri kapladı. Belki Leyla bizim diyara gelir diye.
Belki Leyla, lale gibi dağlanmış gönüle gelir. Yalnızlıkta inci kadehler dolusu, şarabı ondan aşikârca içeyim.
İnci kadehe şarabı döksün, yüzünü kendime çekeyim. Zülf ve gisularını sallayayım. Ki onlar benim için iftihardır.
Zûlfleri ile iftihar ederim. Altın kilide nazar verdim. Şâh-ı irfandan medet isterim ki, bana yadigâr versin.
(Ben) Şeyhi şerife çok zarif bir ayna hediye etti. Onu kadife ile saklayacağıma söz ve karar verdim. Yârin asitanında kalmayı istedim. Fakat beni gizlice hanesine aldı, daim kalacağımı bana müjdeledi.
Verdiği müjdeyi de alnında gördüm. Ben bülbül de, ona yüz binlerce acıklı aşk makâmlarıyla okuyorum.
Sevgiliye güzelliğin en üstün ayetlerinden yüz binlerce okuyarak çok inledim ki beni hissedar etsin.
O sultana hissedarım, ki Cizre'nin evladıyım. Beni hatırlasın ki çok mana sahibi olayım.
Sırlara çok manadanım. İncileri de açmaya testereyim, hissedarım o dilbere sarı kenarı taçlıya.
Cevher taçlıyım, kristal yüzlüyüm. Fihar ilminin sahibi İmamı Ali'nin neslindenim.
O ilâhî ilim sahibidir. Onun için ne söyleyeyim ki (b) harfinin noktasıdır. Hz. Mustafa'nın yeğeni hem müceddet hem şehsuvar.
O düldülün şehsuvarı, ilâhî ilimde kâmil. Habîbullah’a bülbül. Hem şehit hem de ilâhî ikrama ermiş.
O çok temiz bir şehittir, Anne ve babadan asil, altın üzerine işlenmiş gümüştür, (yani Hz, Resûl damadı) kaleler ve hisarlar fatihi.
Kaleler ve Hayber fatihi gelince Allahu Ekber, bir zülfikâr darbesiyle yüzlerce kâfiri parçalar.
Mustafa neslinden olduğuma yüzlerce tam şükürler olsun. O herkesin Resûl’üdür. Yarab, kimseyi ondan mahrum etme.
Allah'ın sevgilisidir. Sarı inci taçlıdır. En güzellik ondadır, Enbiyaların iftiharı, Resûl’lerin kibarı, geçmiş ve geleceklerin baş tacı, hazîn gönüllerin ilacı, eshap ve yârin sahibi.
Gar ashabı Ebubekir (RA), ve dört yar sahibi, her şeyde Allah'ın serbest kıldığının vasıfları sayılamaz.
Her yetimin de sahibi, kerim oğlu kerime, daima yüz binlerce defa ben çocuklarımla fedayım.
Bedir eshabının reisi, Kadrî'nin kalbinin devası, bugün Bedri'yi bir sor. Çünkü o zavallı oldu. Ne kadar çok zavallıyım, Gönülden daima inleyenim. Yıkıcı nefis sahibiyim. İmdat ya şehsuvar.
Evvellerin üst binicisi, dilberlerin güzelliği, nuru ve ilacı, her resûlün sonuncusu, bütün dinleri nesh eden (hükümlerini iptal eden) geçmiş dinlerin hükümlerini yok etti.
Enbiyalar ve evliyalar hep onun sayesindedir. Bütün Resûl’lerin tacıdır. Günahkâr ve asiler onun ile kurtulur.
Sıratta bütün asi ve günahkârlar onunla kurtulurlar. İnsan ve cinlerin hepsinin önder şefaatçisi.
Siz salât ve selamı daima onun için yağdırın. Çünkü biz zavallılara çok merhametli, şefkatli rahmetli ve çok şefaatkârdır.
Denizlerin yüz binlerce dalgaları kadar salât Hz. Muhammed'in ruhuna miskler gibi yağsın.
Kara bulutlardan dağlara inen yağmurlar gibi, yüzlerce selâm Allah'ın yanında namı yüksek Habîbullaha olsun.
Misk ve amber dolu bu temiz salâtı eminler şahı Resûlüllah’ın alnına bahar yağmuru gibi düşsün.
Her ne kadar bahar tayfunları varsa hepsi Hz. Ahmed'in ruhuna nur olarak insin. Sonra da onun ehline.
Yüzbinlerce ilâhî denizler, semada ve arşta bütün melekler, taç sahibi Habîbullahı metih ve sena etsinler. Yüzbinlerce ilâhî nur denizi, Enbiyalar Resûlüne ve sonra ehli âba ile eshab ve yaranına olsun. Yine Hz. Resûl'ün ehli üzerine olsun. Çünkü onlar çok esastır, (içtir) hem de Ali ehli üzere, hem de İmam-ı Hüseyin'in, hem Hasan ve hem de Hüseyin'in ehli üzere, hem de İmam-ı Zeynel Abidin ve dinin vikârı, Muhammed Bakır, yüzlerce selam nuru, Hz. Ali ve Fatıma'ya, sonra çok afif Hz. Aişe'ye, hem de güzellik ve temizliği ile belirli Hz. Hatice ve çok nazik olan mü'minlerin annelerine, yüzbinlerce rahmet yağsın. Mustafa'nın amcaları, çok kahraman, Hz. Hamza ve Abbas'a, şuhut ilim sahibi Cafer oğlu Bakır, Sadık, Mahir, zahir ve çok şevketli hem Musel Kâzım ve AliyyülRıda, ki din sultanlarıdır. Hem kerem denizi Muhammed Cudi ve nazidar Aliyinnaki. Dilaver İmam Haseni Askeri, günahsız nazik ömrü kısa İmam-ı Muhammed Mehdi.

AÇIKLAMA:
Sarı Küpeli    : Esrârı İlâhiden haberdar.
Bileğinde bilezik    : Sultanlık nişanı.
Dikensiz, çıkıntısız kırmızı gül ; Hz. Rasûl
Mercan    : Hz. Rasûl'e tabi olanlar, yani ümmet.
Hz. Şeyh buyurdu ki: "Bir gün mana da gördüm. Yeşil bir nur direk, arştan yere kadar üzerime inmiş, bu kasidenin beyitleri de yeşil nur balıkları gibi bu nurun içinde dolaşmakta, nurun etrafında melekler halka olmuş, halka halka üzerine Arşullaha kadar gidiyor ve bu kasidenin beyitlerini yakalayıp yukarı kaldırıyorlar. Bu halin ne olduğunu meleklerden sordum. Dediler ki; "Bu Allahu Teâlânın yanında çok makbul bir aşk ve ilimdir. Lâkin bugün yeryüzünde bunun ehli yoktur. Ehli gelinceye kadar yukarda saklıyacağız." Sen şirin elinden içtiğim iki taze dolu kadeh birisi kırmızı gül yani H. Rasûlün nisbeti, diğeri de gülbahar yani Hz. Şâh-ı Pîrin muhabbet ve nisbetidir.
"Dur ji yakutan bi jare" yani inciyi (elması) yakutlardan seçtim. Hz. Rasûl elmas, diğer peygamberler yakut demekle Hz. Şeyhin Muhammediyül meşreb olduğu aşikârdır.

Sen şirin elinden

RENGİNDEN GÖNÜL

Kalbime onun renginden bir mişkat
Hak nurdan oldu bir misbah
Tutuşturdu hükmüyle tek bir zat
Bi misalu pak münezzeh Allah.

Pak ve münezzeh bî misal sübhansın ey kadir şâh
Teksin yoktur müşirin nezirin ne de zeval
Ruhumuzdan da bize yakın daim hazır zatı bimisal
Zakir gönlüm nurundandır ey Hudayu lâ yezal

Aktı bir nur güneşi gönlümde oldu şeffaf
Habîbullah nuru kapladı gitti, şuurum oldu lâl
Kalmadı hiç şuurum oldum sarı gül misal
Mecmer gibi parlattı o dilber ki gerdani şemal
Billur gerdanlı dilber, ince kıvrımlı saçlarında reyhan

Tur olduğumu görünce yıldızım oldu tam ay.

Saadete erdi yıldızımız Şâh-ı Mecit vahdetinde
Şarabı iç berrak kâseden mestoldum Hamid nurunda
Bugün istedim çok celi şarabı Şâh-ı Ali’den
Bihoş oldum zülfleri yüzü ve omuzuna düşmüş Şâh-ı veliden

Ne yakışmış alnı üzerine halkalanmış zülfün
Boyuna yemin ederim ki dünyada hiç yoktur eşin
Akıl ve fikrimi yok eden dünyada eşsiz güzel
Kor ateş ettin şuursuz bıraktın Kadrî'yi ey Şâh-ı dilber.

AÇIKLAMA:
"Allah göklerin ve yerin nurudur. Nurunun misali içinde misbah (çerağ) bulunan bir mişkattir (pencere) o misbah bir kristal (billur-sırça) içindedir. O misbah sanki inci gibi bir yıldızdır ki ne doğuya ve ne de batıya nisbeti olmayan mübarek bir ağaçtan, zeytinden tutuşturulup yakılır. Onun yağı kendisine bir ateş dokunmasa da hemen ışık verir. Nur üstüne nurdur. Allah kimi dilerse nuruna kavuşturur. Allah insanlar için misaller icad eder. Allah her şeyi hakkıyle bilendir." (Nur, 35)
Bu ayet-i kerîme çok şekilde tefsir edilmiştir. Tasavvuf ehli de bununla çok uğraşmışlar, İmam-ı Gazali (Mişkatül Envar) adiyle bir kitap yazmıştır. İmamı (Süheyl) ve başka zatı kiram misaller yazmışlardır.
Hz. Şeyh Seyyit Muhammed Kadrî ise, yepyeni bir manevi içtihâd görerek mübarek kalbinin hali üzerinde tefsir etmiştir. Şöyle ki;
Mişkat: Hz. Rasûlün feyzinden (renginden) gelen nura kalpte açılan pencere,
Misbah: Kalp içinde husule gelen, renksiz nurdur ki Allah'ın zatı nurudur. Çünkü zat nurunun rengi yoktur. (Leyse kemislihî şey'un). Nitekim ayet-i kerîme "Allah göklerin ve yerin nurudur" buyurmakla sıfat değil, zat nurundan bahsetmiştir.
Zücac (kristal) : (El misbahu fi zücace) "o kandil bir zücac içindedir" demekle, zücactan maksat kalptir.
"Onun yağı kendisine bir ateş dokunmasa da hemen ışık verir" buyurmaktadır.
Kasidede : "O misbah pak, münezzeh ve misli olmayan Allah (CC) emriyle tutuştu, onun için ne doğuya ve ne de batıya nisbeti yoktur, bu Allah'ın zatından bir hikmet ve hükümdür."
Nurun âlâ nur (Nur üzerine nur).
Kaside : "Çok şeffaf gönlüme bir nur akarak ona güneş oldu. Habîbullah'ın nuru da bunu kapladı" diyen Hz. Şeyh,
Birinci nur, kutbe ferd Hz. Şâh-ı Pîrin güneş nur ruhu, ikincisi onun üstüne gelen nur da Habîbullah'ın nurudur. Nur üstüne nur, Kâmil mürşit nuru üzerine gelen Habîbullah nurudur.
Kevkebi dürrî (İnci yıldız) dan maksat Şeyyiyet makamından la Şeyyiyete geçerken, salikin Allah'ın nurunda tam fena olup öyle ki kendikulluk nuru ile Allah (CC) nuru birbirinden ayrılmaz halde, cem olmuşken gördüğü bu nur, bir parlak yıldız gibidir Hz. İbrahim Peygamber de bu halde iken gördüğü yıldıza (İlâhi nura) "İşte Rabbim" dediği tefsirini yine Hz. Şeyh yapmıştır. (Makamat bahsine bakınız)
Allahu Tealayı en yakın hissetiği bu halde Salik, bu sondur, bundan üstünü olamaz zan eder. Bu hâl için Hz. Şeyh derki; (Allah) daima hazırdır ve bana ruhumdan daha yakındır. Fakat ikinci fenada gördüğü nuru, yıldızdan daha büyük olan ay ile ve üçüncü fenada da bu nuru güneş ile vasıflandırarak vilayet makamının sonunu bulur.
Bu kasidede (Necmame iru bu hilâl) "Bugün yıldızımız ay oldu" diyen Hz. Şeyh, birinci tam fenadan geçip ikinci fenadaki halidir.
Hz. Şâh-ı Pîrin yetiştirdiği halifeler ve onun manevi tasarrufunun tek olduğuna bu kaside ne güzel bir delildir.

Renginden gönül

GÜZELLİĞİN BAHÇESİ

Gönlüm güzelliğin bahçesi, menekşe, sümbül ve lâleden boyu önünde şafak verdi, biz onu yarlar için süsledik.
Kırmızı gül (Hz. Resûl) için süsledik. Gönlüm beytil makdes ve tur oldu. Evet, gönül, şâh ve sevgililerin renginden beytilmamurdur.
Şâh’ın renginden nasıl bir yakutum! Can ve gönülden nasıl bir zümrüdüm! Sinem Cudi dağının mescidi, yarlar için meskendir.
Gül bahçelerine meskenim, güzel yüzlere delice aşıkım, bana daima şehkâseler sun ve siyah zülfüden her zaman ver.
Şehkâselerle beni mest et, inci ve elmastan güzel yüzünle, o naz eden periyi seyrederek dönen benim.
O peri güzelin şarabiyle o güzel burçta seyran ederim ki, o gelince ruhum ile raksediyorum. Saz önünde oynuyorum. Sinem sırlar hazinesidir gel ey şâhım naz etme, sen gönlümüzün isteği sevgilisin.
Peri cilveli sevgilinin yüzü ve zülfü her renkten bana peng* badesinden vererek bağda sarhoş et.
Bağda Mem (Mecnun gibi çok âşık birisi) idim, aşkta sarı gül, o nazlı perinin yüzüne kasteden gönülden ateş ve alevdim.
O şirinin güzel yüzüne kumru gibi içten öterim. Zindanında hapsedilmiş Zinim, bana merhamet et!
Zindanda hapsedilmiş, muhabbetinin methiyle hoşum, bana vaiz etme çünkü şuurum yok ki, ben o yar için yaralıyım.
Aşıkın gönlünü yardın. Sen Ezra ve ben Vamıkım. Hz. Resûl hürmetine yüzündeki beni perdeleme gönül ve canımı birden alan, benin üzerindeki perdeyi kaldır. Zülflerini de benin üzerine saldıkça ben ney gibi inlerim.
Yılanlar gibi iki siyah zülfü ciğerimi ısırarak aldılar. Kırmızı yanağıyla da beni yaktı, gözlerim yağmur gibi yaş indirmekte.
Maksadımız kırmızı yüzündür. Meyin kâfurdandır, bana nur badeden vererek meyhanede sarhoş et. (Kâfur: ilâhi aşk)
Kokusu misk ve reyhan olan sevgili meyhaneden gel canımı baştanbaşa götürdün. İsteklilere de kahretme!
Dervişlere kahretme ey kebentli şah, o siyah gözlerle canımı çok yakarak aldın.
Bedir şafaklı sevgili, Seyyit Kadrî'yi yeter üzme, göğsüne bir ok vurup birden ciğerini yaktın.
Bu zavallının ciğerini birden yaktın ki gönül de inledi, gel ey sevgili biz kimsesizlere merhamet et.
Merhamet et kara gözlerinden, lütfet güzel açılmış yüzünden, benim sarhoş sensin ay yüzlü, o gülnara benim bülbül.
Gül okuyan bülbülüm. Gül bahçeleri meskenim oldu, halay çekerek, oynayarak avaz ile yarin önüne vardım.

AÇIKLAMA:
Zümrüt; Efendimiz, Yakut; diğer peygamberlere semboldür. (Jerenge şah çi yakutum) "Şahımın renginden vilayetim peygamberler vilayetinden, can ve gönülden de ne ecaib Hz. Rasûlün nurundanım. Sinemde Cudi dağı mescidi olup yarlar için mesken benim" buyurması, Hz. Nuh tufanda gemide iken, kâfirler boğulduktan sonra "Ya Rabbi beni mübarek bir yere kondur. Sen konaklatanların en hayırlısın". Allahu Teâla Cudi dağının üzerine inmesini emretti. Cudi dağının mübarek olmasının sebebi ise, ruhlar âleminde Hz. Rasûl (S.A.V.) ve diğer peygamberler ile büyük evliyanın ruhları Cudi dağı üzerinde bir toplantı yapmış olmalarından geliyor.
Hz. Şeyh Seyyit Kadri der ki; "Sinem, o ruhların toplandığı Cudi dağı mescididir. Ve yarlar için ben meskenim."

*PENG: 5 Tarikattır (Nakşi, Kadiri, Sühreverdi, Kübrevi ve Çeşti)

Güzelliğin bahçesi

LEYLA

Gönlüme yüzlerce revnak, şehap ve inciler akar...
Ah, Leylânın muhabbeti ile deli, mecnun olup, gönlümde ateş kesildi...
Ah, Habîbullahın güzelliğinin aşkından gönlüm akıcı ateş olmuştur...
Aşk ve şevkim gibi görülmemiştir. Ciğer ve gönül birden ateş oldu...
Ah, yıkıcı zulmünden gönül ve ciğer tam ateş oldu da muzaffer hükümlü dilberin hükmüne bir cevap da veremeyiz...
Emirler şahının hikmet emri, fakirlere gelince Kur'an emri gereğince uymamız gerek. Kur'an kâfi emrince kat'iyyetle tâbi olmamız gerek. Onun kalbinden gelen yıldız gibi nur şuaları şulesinden gönülde nurlandı. Nurdan bir ayine göründü, "inna fetahnaleke fethan mubina" suresi bize gerçek fethini açtı...
Daima sadık zikrin fethi ile bu gazelleri söylerim. Üstün ve şirin nur şulelerini hesapsızca saydım. İncileri hazînelerle saydım.
Yar gelerek bana gizli işaretle söyledi. Tane tane bakışları gönlümü tam ay yaptı. Gönlümü yeşil ay yaparak yüzlerce şevk cevherli kıldı. Kaftan kafa kadar, baştanbaşa perdesiz gördüm...
Kaftan kafa, baştanbaşa iskender camından yüz kere parlak, İmam-ı Ali’nin tıflı meanisi olan Kadrî şüphesiz olarak gördü...
İmam-ı Ali dalından hak peygamber nurundan Kadrî, güneş gibi kafları döndü.

AÇIKLAMA:
Şeyh hazretleri cezbenin şiddetinden güneş gibi kafların etrafını dönmüştür. Nasıl cezbedir? Allah bilir.

Leyla

KIRMIZI GÜL NESİMİ

Bugün o kırmızı gülün kokusu ile yine kâkülü halkalı sevgili geldi. Gönül ve canı kaplayan kokusundan mest oldum.
Ah! Yüzlerce dat ve medet. Beni mest eden o siyah kâküllü, nurlu mah yüzlü, Yarab! Nasıl eşsiz bir sultan ve meliktir.
Vallahi mezarlardan ölüleri kaldırabilecek, o nazik dilberin şehlâ bakışları, bize İsâ'yı unutturuyor. (Hz. İsâ bir ölüyü kaldırdı. Sen bütün ölüleri kaldırabilirsin)
Can ve ciğerden hayran olduğum o gözler, basarımı da diriltti. Her seher vaktindeki görünüşü, beni yerden feleklere kadar nurlandırdı.
Feleklerden arşa kadar nurlandıran sevgili bütün perdeleri ve sırrı bana açtı. Süphan Hallak ve Sabbur Allah’a! Senin gibi hiç var mıdır, ey melek!
Senin gibi peri de yok. Yusuf bile güzelliğinden almıştı. O halkalı züflerine yemin ederim ki Cennetlerin süsü yine seninle.
Yerler, gökler, cennetler, arş hep senin nurundan. Meryem ve İsâ'nın güzelliği de pırıldayan tacının sultanlığından.
Billâh! O Habîbullahın tacı önünde nasıl bir lebib oldum? Onun aksi gönlüme vurdu. Sel olarak akan gönülle ateş ve nur kesildim.
O emirler sultanının nuru karşısında, alev şirin canımı sarmış, gözlerimden akan kanlı yaşlar sonsuzluğa gitmekte.
Gözlerinden daima akan durlardan yerler ve gökler titredi, her tarafımı saran Hak ateşinden denizdeki hutler (Büyük balıklar) bile pişti.
Ya Rab! Gönülden ateş saçan Kadrî'ye "Ya Naru Kûnî berden" ile aşkına merhamet et. ("Ey ateş soğuk ol" ayeti...)

kırmızı gül nesimi

ALLAH'IN YARDIMIYLA

Allah yolunu, Allah'ın yardımıyla buldum. Yokluk ile gittiğimden bekâ mülküne erdim...
Şifayı ruhül kudüs habibin elinden içtim. Şifa veren şerbeti içtim, şifa buldum şifa...
Gönlüm dertten, gamdan, mihnet ve azardan kurtuldu...
Elimi tutan sendin. Onun için ilaç ve tedavi buldum...
Sevgilinin zevkini bil ki... Bu sultanların eline geçmez. Ben sevgililere dervişlik ve gedalık ile kavuştum...
Maksudum gelince her iki cihanım da (dünya ve ahiret) isterse olmasın... Çünkü dünya ve ahirette istediğim Allah’ın nurudur. (Resûlullah (SAV))
Cennetin, firdevsin ve Adin'in intizarında değilim. Yüzünde cenneti, firdevsi ve Allah’a kavuşmayı buldum...
Ey Hazîn onun ruhunun hayalinde Bedriyi sormuyorsun?
Onun yüzünün hayalinde iki bin dolunay müjdesi gelir.


AÇIKLAMA:
Bedri, Hz. Şeyhin bir lakabıdır. "Bedriyi sormuyorsun" demekle Hz. Rasûlün nurundaki fenayı ifade ediyor.

Allahın yardımıyla

KIRMIZI GÜL KOKUSU

Bugün bülbüle kırmızı gül kokusu ne hoş geliyor.
Seher vaktinde şansım, o şirin gül dilber, mey ile mest geliyor...
O sade şirin dilber Eymen vadisi nuru ile o yüksek şâhın zamanında gönlüme parlak güneş geliyor.
Gönülden celâlli güneşim. Berrak çeşmenin ta başındanım, bu da üstaddan üstada geliyor. Nasıl bir hâl ilmi deniziyim!... Gayb hikmetinden şaşmaz gönlümün temizliği üstaddan geliyor. Kaftan kafa nurlandırsam benim için ancak bir mum gibi geliyor.
Kafı baştanbaşa kapladım. Felekleri nasıl dönerim. Siperde çok öten kekliğim, cenkte pervasızım. Siperde ötücüyüm. Hedefi vuranım. Himmeti çok yüksek şeyhim. Meydanda ben Rüstem geliyor...
Ejder ve şâhin gibi Rüstemim. Can şâhinim şehperdir.
İmam-ı Ali'nin çocuğu ve annem Fatımatüzzehra geliyor.
Kevser ruhunun aslındanım. Temiz pak cevherim yüksekten geliyor.
Şâhin gibi en dikleri kuvvetle uçarım. “Hay” ismi ile öterim...
Ondan bana vahdet makâmı geliyor. Vahdet makamı çok uzaktır...
Nurlu ayinenin hükmündendir. Her yer Tur dağı vadisi kudsîyeti oluyor. Sinemde kudsîyetin inceliği “Hu Hu” esrarım. Ben ruh ile sıçrarım. Sinem gibi bir yer çok az görülüyor. Ne kadar nadir renkli taçlıyım... Gönülden cihanı gören kristalim. Hz. Şah-ı Yasinden icazetliyim.
Hakikatte rehberimiz o geliyor. Şâh ve Sultandan icazeleyim. Gavs-ı Geylânî'nin evladıyım. İrfan şâhının hizmetçisiyim...Bize Şâh-ı Nakşibent geliyor...
O taç nurlunun evladıyım. Şanslıyım, tahta oturmuş ince zülflüyüm... Bu nasıl bir güzel günüm? Şâhlara iftihar etmem geliyor.
Kisra tahtına oturmuşum... Avı yakaladım ve gördüm (yani gayeye erdim). Etrafımda daha kuşlar uçuyor  (Hz. Resûl'e vardım, etrafımda tarikat pirleri).
Pîri Pîran (Şâh-ı Nakşibend) himmeti ile nasibim açılmış gül geliyor (Hz. Resûl). O güle ben Hak bülbülüyüm. O mutlak şâhın vekiliyim.
Bu dediklerimle doğruyum. Ötmem büyük beyaz bir kuş gibidir. (İmam-ı Ali’nin ilmiyle söylerim)
Sırlar söyleyen kuşum. Ney, mehter ve saz ile ona çok taklitçiyim. Onun için en yüksekte uçarım.
Arşta dengeli kuşum. Cenkte bir vuruşta pes ettirenim. Ne zemrutlar serpiyorum. Fakat görmedim ki layık hiç bir kimse geliyor...
Eğer layık gelirse garbdan şarka kadar baştanbaşa ona nur doldursam, benim için ancak bir damla ışık geliyor. Müstakilen yetkiliyim ve tam yetkiliyim...
Amber pîrinin kokusundanım, söylemede de şöhretliyim. Vaktimde de nadirim... Şâhımız Ali Hüsameddin karşımdan geliyor.
Devranın Şâh-ı Ali'dir Onun ruhu ile uçarım. Aslanlar yavrusu Hazîn daima semanın seyrinden geliyor...

AÇIKLAMA:
"Muceze Şahû Yasinim" mısrasında Hz. Şah ve Rasûlden icazetli olduğunu bildirmektedir. Hz. Şeyh buyurdu: "Dünyada benim icazemden daha üstün ve doğru hiç kimseye icaze verilmemiştir. Çünkü ceddim bizzat en yetkili ve en doğru icazeyi eliyle vermiştir".

Kırmızı gül kokusu

ŞİRİN ZÜLFLER

İnce şirin zülflerini halkalamış, melek sakinin kadehi de kristal, çok kuvvetli oklar yağdırarak biçarenin gönlünü yardı...
Bu nazik'in gönlünü yardı. Ve mızrakla darbeledi. Daima yaralardan inleyenden Dicle gibi kan akıttı. Dicle gibi inliyor... Figanla ağlıyorsun ki...
Perdeleri kaldırarak, kalb ayine olsun. Kalb billur cam olsun, Allah zikrinden boş kalmasın...
Gel ince zülflü dilber, gönlün gözü seninle aydınlansın...
Gönül ve göz aydınlansın ki, kırmızı güle gideyim. Şahımın bahçesinde daima o kırmızı gül için okuyayım...
Kırmızı gülü koklayıp bülbüller gibi bihoş olayım. Beni üzerine düşmüş perçemine can ve gönlü kurban edeyim...
Beni, alnının cevherinden olgunlaştı, güzel yüzü de ilâhî kudretten nurlandı. Daima sohbetine gidelim ki bugün hocamız sensin.
Beytimiz güzel yüzün, esved hacer de benindir. Etrafını dönerek tavaf ettim. Feyzimiz arttı...
Feyzimiz celi bir deniz oldu. İşaret ve sırlardan coştu. Ey mürşîdim Şah Ali sen Kadrî'yi ne de hoş bir fino ettin...
Kadrî, tam ay dilber Hisamın sensin finosu. Kadrî, Şahının hizmetinde daima hizmetçi sensin...

 

Şirin zülfler

GÜZEL DİLBER

O güzel dilber bugün seher vaktinde sallanarak geldi. Zülflerini miskten silkerek beni akıl ve şuurdan kaçırdı.
Zülflerini çiğ tutmuş o kırmızı yüzünün üzerine salıverdi. Zülfünün arasında yer yer görünen tam ay yüzü, inci gibi parıldamakta.
Çiğleri tane tane şafak veren o dikensiz kırmızı güle hangi bülbüller can vermez ki.
İşte Kadrî ona gönülden yaralıdır. Sabah akşam içmekte olduğu o nebiz kâsenin şevk ve lezzeti gibi, hemen aziz canı da vermek o kadar hoş ve lezzetlidir.
Onun meyinden içenin akıl ve şuuru gitmiş, gönlüne de tam aşk ve cezbe akmıştır.
Kadrî'nin aşk ve cezbesinin misli görülmemiştir. Ah ve figan dolu gönülle o güzele bend olmuştur.
Daima hayalinde olduğum o güzel dilber Şah Hüsam'ın hayranıyım. Zülfleri ince örülü, huri misali. Nur Şahı, sürür ile görünerek bana kadeh üstüne kadeh verdi. Sadi (Şeyhi Meczup Muhammed Said Seyfettin) gibi can vererek öyle mest etti.
Yine o ney boylu gülden bahsedeyim;
Kırmızı gül beni yaralamış, içimi ve ruhumu götürmüştür. Cisim ve uzuvları dirilten sevgili, ruhumu da yeniledi. Yenileşen ruhum beş çıra ile tutuştu, biri İSMULLAH, diğeri HABİBULLAH, biri Musa'dan, biri İsa'dan, birisi de İbrahim ve Nuh'dan nefis inciler gibi.
Bu söylediklerim bir hakikattir. Ah! O gönül ki zülf ile dağlıdır. Bir tuti gibi hâl ve makamattan da bahsedeyim. Halleri söyleyerek inci yakuttan serpeyim.
Âlem daha belirsiz iken ben kırmızı gül Hz. Muhammed Mustafa’nın bülbülüyüm.
Âlemin ilk yaratılışında (âlem gamam halinde iken) bir direk NUR olarak yaratılan Hz. Resûl’ün kudsî ruhundan ruhum ayrı değildi.
HAY ismiyle celâ olmuş tam bir dolunay olan ruhum, kıyamete kadar da ayrılmayacak ve şimdi de O haldeyim. Bu heves halimde aşk yolunun çıngırağıyım (Yani âşıkların öncüsüyüm. Âlemde aşkı uyandıranım). Onun için kalbi sade kristal Kadrî İSA nefeslidir.

AÇIKLAMA:
İmam-ı Rabbani Mektubat'ında der ki:
"Hz. Rasûl mübarek ruhu HAY sıfatından, diğer ruhlar ilim sıfatından yaratılmıştır."
Bu kasidede ne kadar büyük sır, vuslat ve yüksek vilâyet vardır? Başka yerde benzerini görmedim. Elhamdülillâh.

Güzel dilber

GÖNÜL BAHÇESİ

Gönül bahçesini seyrettik. Kırmızı gül ve bülbülü (âşık ve maşuk) orada gördüm. Gönül içine inciler akıyor ve yüzlerce nur üzerine nur iniyor.
Nurlar nuru ve üçyüz tabur melek gönle iniyor. Sema, ard ve Beytilmamur gönlün içinde kayboluyor...
Evet, batıdan doğuya şule veren gönül, Hakk'ın evidir. Gönül denizinin damlacıklarında bile yüzlerce renkli berk vuruyor.
Yunus peygamberin denizinde gönül denizi damlacıkları eşitleşiyor. Hz. Ahmed (Resûl-ü Ekrem (AS)) beni koruyarak gönül denizinden kurtarır.
Zeynel Abidin evladı Kadrî'yi kurtararak aradaki perdeler kalkar. Hakk'ın şuhudu gerçekleşir ve gönül Allah ile kaim olur (Kayyumussamadani makamı).
Gönülden daima diriliş Hak emriyle kaimdir. Gönül bahçe ve saraylarında Mevlâ için oruçlu olsam (Bütün isteklerden geçmiş, Allahtan gayri her şeyden yüz çevirmiş). Gönül burç ve saraylarına Zikrullah ile dâhil oldum...
Kırmızı gül için okuyan bülbülüm. Gönlüme de meyi tasla sundular...
Nur cevherli tasın meyi, kâfur kokuludur (Halis ilâhi aşk).
Saki ud, saz ve ney ile gönül bağına geldi. Iraklı saki (Hz. Gavs (Kds)) geldi ve sunduğu meyi, tiryakti. (1)
Beni ezelden ebede kadar mest etti, gönlün içinden sarhoş oldum...
O, Allah'ın aşıkı Bazellah (Allah'ın şahini) Eminullah Hüsameddin ve gönül nuru Hz. Muhammed'den sarhoş oldum...
Gönlün güzel ve nazik dilberi, bülbüllerin sevgilisi gül (Çok merhametli Hz. Resûl).
Müşkül hallerde inerek gözleriyle apaşikâr kalbi nur doldurdu...
Bakışlarla gönlü kristal etti. İlâhi emirle bize çok acayip nişanlar vererek gönül güzelliğimin seyranına daldım...
Şüphesiz ilâhî gizli emirle kusursuz nişan ve cedveller (yollar) vererek kalpte hiç bir vehim, şek ve kusur bırakmadı...
Hikmeti Rahman emri ile şek ve kusur canda kalmadı...
Medet ya Şahı İrfani (Hz. Resûl (SAV)) gönlümün her devası Ali’dir. Hak emriyle gönül devası Hz. Resûl'ün vekili, hak zikrine tabi binlerce çeşitten kemâl bulmuş Şâh-ı Pîr Hüsameddindir...

AÇIKLAMA:
Hz. Rasûl'den Hz. Şeyh Hüsameddin'i istemek tarikatın ne kadar ince, garib bir usul ve vuslatıdır.
Hz. Rasul, Hz. Şahı Hüsamüddini göstererek Ondan istemesini istemiştir ki: bu da Hz. Rasûlün yüksek bir emridir.
(1) Tiryak; padişahın sarayında bulunan her derde deva bir ilaçtır.

Gönül Bahçesi

LATİF GÜLDE BÜLBÜL

Gönül ve bülbül, gülün eltafına seher vakti gazel okur. Güle mest ve hayran olan bülbülün parlaklığı yine güldendir.
Seher vakti kırmızı gül, sümbül ile çemende yeni çiğ tuttu. Onun için yaralı gönül kuşum, figan ile etrafını dönmektedir.
Taze sümbül ve lâleden güzel yüzün, yüksek gerdanının beninden gördüğüm bir nişanla ciğer dağlanmış ve çok yanmıştır.
Dağlı yanık ciğerime süslü peri zülflü yavaş yavaş gelince işte gönül yarasına o dermandır.
Gönlü zülfüyle tedavi eden güzel yüzden perdeyi kaldır.
Akıl ve şuurumu tamamen alana mestu divaneyim. Renkli her iki zülfüyle gönül ve sinemi tamamen nasıl götürdü!
Gece gündüz gönül güzelliği ile ağladım. Gözyaşlarım gönül gözünden. Zülfleri omuzuna düşmüş, lâtif sevgili elinde mey kadehiyle bana gelir. Karşılıklı beraber içeriz. Bedeni nurdan kara gözlü hurinin elinden mey içiyorum, ilim ve irfanım Eymen Vadisinin Turu olan nurdandır. Nokta ve hat ilminden esmadan ilmimin hikmet piri ceddim ve mürşidim İmam-ı Ali'dir. Hakikat, o Şâh Pirim anlayışlı, sırlı yol arkadaşımdır. Güneşine karşı ay gönlüme nasıl bir yıldız aktı. Gönülden celalli güneşim. Berrak çeşmenin ta başındanım, ben ne acaib hâl deniziyim. Onun için uçuşum en yüksektedir. Yüksekte anber ve miskin aslından çok yeşil kuşum. Hemen kendini seyreden zülfle, perçemli ve gisuliyim. Seyyid Kadri'yi seyrettim. Hu ile nakışlı sinesi, tam ay sinesidir göğsündekine pervane oldum.
Nasıl bir pervane idi ki gönül ve kanatlarını birden yaktı. Âlemi nasuttan lâhuta kadar işaret vererek tane tane söyleyen arslanlar yavrusu HAZİN'dir.

AÇIKLAMA:
Gül    : Cenâb-ı Âllah
Bülbül    : Hz. Rasûl
Sümbül : Eshabı Kiram
Gönül    : Hz. Şeyhin kalbi
Gönül ve bülbül eltafi ilâhîyeye, yani Esmayi Hüsnaya mest ve hayranlıkla gazel okur. Gülün parlaklığı, yani tevhidi ilâhî ve hak dinin bilinmesi, bülbül olan Hz. Rasûl'dendir. Çimende yeni çiğ tuttu: Peygamberlerden sonra gelen Hz. Muhammed ve esahabı, dini en üst kemâle erdirdiler.
Sıradan okuyacağınız bu üç kasideyi Hz. Şah-ı Pîr'in vefâtından sonra yazmıştır. Vefâtından uzun seneler geçtikten sonra da yine Hz. Şeyh, Şâhının bahsi geçince bir çocuk figaniyle ağlar ve cezbe cemaate de sirayet ederek hepsini de ağlatırdı. Çünkü onun gibi, şeyhine bağlı ve vefâlı görülmemiştir. Bir gün sohbette açıkladılar: "Cenâb-ı Allah'ın Hz. Şah-ı Pîr'e verdiği ve onun tasarrufu bambaşka idi. Bir gün sabahleyin müftü ve cemaat ile sohbet ederken, aynı zamanda Bâğekûnda Hz. Şahı Pîr'in hizmetinde idim. İran'dan bir halifesi de huzuruna gelerek dedi ki: "Birisi geldi, tevbe etti, hücreye çekilmiş, virdine dalmış, on saatten fazladır hareketsiz duruyor. Müritler bunun sağ yahut ölü olduğunu soruyorlar" diye halife İran'dan, Bâğekûn'da dünyasını 18 sene evvel değişmiştir Şah-ı Pîr'den soruyor. (Cizre'de sohbet eden Hz. Şeyh dinliyor,) Hz, Şah-ı Pîr halifeye dedi ki: "O, kafir bir komünist idi. Adımı işitmiş ve tecrübem için sana geldi. Sen tövbeden evvel getirttiğin tevhid kelimesiyle iman nuru kalbine nakış oldu, müslüman oldu. Virdini çekerken kalbinde vahdet nuru zuhur etti. O nurun seyrindedir, ben üzerinden nazarımı keseceğim. Uyanacaktır, ölmemiştir."

Latif Gülde Bülbül

YA RAB NEREDE ŞAHIM ?

Lütfü çok geniş Rabbim, bugün Hazîn çok oldu geda
Hani sevgili dilberim, hani benim şâhım ey Hûda
Hani zamanın güneşi, hani âlimlerin direği
Hani Kenan mahi Yusuf, hani şâhım Hûda
Hani Ahmed'in lütfü, hani ilâhî kerem
Hani gördüğümüz Lokman, hani şâhım Hûda
Hani göklerin güneşi, hani ins ve cinlerin şeyhi
Hani kalblerin yüksek nuru, hani şâhım Hûda
Hani mekânlar bağının gülü, hani la mekânlar kuşu
Hani divanların başındaki gül, hani şâhım Hûda
Hani sultanı şerif, hani o boyu latif
Hani o nura menif, hani şâhım Hûda
Hani o üveys meşrep, hani o İsâ nefes
Yüzbinlerce feryat deres, hani şâhım Hûda
Yüzbinlerce figan ve efgan, hani o kudsî nişan
Hani vekile şahe Adnan, hani şâhım Hûda
Hani o dolunay, ay, hani şâhım Hüsam
Hani o yüksek makâm, hani şâhım Hûda
Hani Muhammed bağının gülü, hani o mücerred nur
Hani arslan burcunun yıldızı, hani şâhım Hûda.

AÇIKLAMA :
Bu kaside Hz. Şah Hüsamüddin'in vefatından sonra yazılmıştır.

Ya Rab Nerede Şahım

SORMUYOR İMDADIMI KİMSE

İmdadımı kimse sormuyor, ah ne zavallı imdadım
Üstad ve rehbersiz kaldım. Hani mürşit? Hani delil?
Hani ilâhî üstad? Hani yaraya melhem?
Beni bu cefadan kurtaracak hani mürşid? Hani delil?
Hani kalblerin en yüksek nuru, hani hâl ve sırlar nuru?
Çaresizler elini tutan hani mürşit, hani delil?
Yolda mecalsiz kaldım gece gündüz çöllerde
Kör ve sağırdım şurada burada. Hani mürşit, hani delil?
Hani dilber tabibim, hani esmer habîbim?
Hani nurlu şeyhim, hani mürşit, hani delil?
Rehbersiz zavallıyım, takatsiz naçarım
Zalim nefse bağlıyım hani mürşit, hani delil?
Çarnaçar sefil, hem de çok âlilim.
Gözü yolda bir zelilim, hani mürşit, hani delil?
Gözü yolda kalmış emelsizim, ezel lütfunu ümitlerim.
Bedelsiz esir gibiyim, hani mürşit, hani delil?
Hani hazînlerin kristali, hani yaralı gönüllerin devası?
Hani Şeyhlerin ve Sevgililerin tacı hani mürşit, hani delil!
Gönlü yaralı Hazînim, çok ah eden ve inleyenim
Sinesi ateş ile yananım, hani mürşit, hani delil?
Turi Sina'dan sinesi yanık alnına düşmüş iki zülfü.
Akıl ve fikrimi götürdü, hani mürşit, hani delil?
Nerede aklım, nerede fikrim, hani o zevk ve cûşum?
Zavallı bir uyuşuk oldum, hani mürşit, hani delil?
Zavallı oldum, evham oldum, hani maksat, hani imkan?
Nur yemez kuş oldum, hani mürşit hani delil?
Tuzakta kalmış kuşum, gönlümde kemendde
Gül bahçesinde öten bülbülüm, hani mürşit, hani delil?
Güya çok eski bülbülüm, ciğerden kan akıtanım.
Gece gündüz yoluna okurum, hani mürşit, hani delil?
Çok söyleyen deli bülbülüm, öz adım SEYYİT HAZİN'dir.
Ya eminler şâh-ı resûl, hani mürşit, hani delil?
Gönlü deli Kadrî'yim, ah sevgilim, hani şâhım
Yaralı sinemde ya huvalallah, hani mürşit, hani delil?
Mürşitsiz kârsız kaldım, haşır günün hengâmında
Batak ve dar yolda, hani mürşit, hani delil?
Ben kimsesiz sorulmayan mumu yanmazım.
Şurda burda gezenim, hani mürşit, hani delil?
Şurda burda gezen vahşiler gibi gece gündüz
Nerde gönül vikarı, hani mürşit, hani delil?
Gönül kâre kâre ağlar, gözler akarcasına
Gelmez imdadıma kimse, hani mürşit, hani delil?
Feryat ve figanlar ediyorum dört tarafta tam mürşide
Beni nefisten kurtaracak hani mürşit, hani delil?
Bu ne zor nefistir, dünyayı bana dar etti.
İmdat, yüzlerce imdat, hani mürşit, hani delil?

AÇIKLAMA:
Bu kaside Hz. Şah Hüsamüddin'in vefâtından sonra yazılmıştır.

Sormuyor imdadımı kimse

ŞAH ALİ'NİN MEZARINI ZİYARET

Bâğekûna varayım. Gönlümün derin dağını, Şâh Ali'nin mezar toprağıyla devâ edeyim ki deli ve mecnun olmayayım.
O nur şâhın cânı ile yemin ederim ki, o yüzlerce Tur dağından da büyüktür. Orası Cennet'in bahçeleri olup feyz ve nurdur. Saf saf melekler onu ziyaret ederler.
Şâh Ali'nin mezarını ziyaret edenlerin kalbi nur ile cilalanır. Şüphesiz yüzlerce veli makamı olan bu mezar, üstad ve saliklerin beytidir.
Ruhumun nurlu bahcesi şâhımın bu mezarı çok çok güzelliğin bahçesi olup, fakir ve saliklerin mağarasıdır.
Şâhımın mezarın da bir bahçe gördüm. Ya rab bu ne kadar yüksek makâmdır, her dört tarafta ay ve güneşler, ne mutlu oraya dâhil olana.
Her dört tarafı güzel çiçekler kaplamış, selsebiller akar, daimâ şarap ve zencebil kâseleri içiliyor.
Ya Rab ne güzelliğin yeridir bu? Üç yüzbinlerce pınar fışkırır, genç ve güzel huriler ile gılmanlardan daima oynayarak halayı çekerler.
Halayı çeken o neşeliler, bu genç güzelleri de neşelendirerek hep beraber "selâmun âminûn" dediler.
"Selâmun âminûn" dediler. "Merhaba ey zâkir (Hz. Şeyhe) aşkınızdan size Tubayı müjdeleriz".
Kadrî can gözüyle gördüğünün üç yüzbinde birini de söyleyemezdi. Ya Rab biz gedayı da ona ulaştır. Yüzlerce merhaba ey âşıklar ve veliler sultânı Şâh Ali.

 

Firdevs cenneti daima yerin olsun, vasıfların övünsün.
Ya Rab zatı hakkın için şâhımın mezarını daha da çok nurlandır. Kadrî'yi onunla sevindir, ondan ayrı düşürme.
Ya Rab, o yüce Şâhı güzel sözünle nimetlendir. Hz. Resûl sancağı altında onunla birlikte sevinçli şükürdar et.
Kadrî'yi şad eden o Şâh, daima senin rıza nurunun içinde peygamberler topluluğunda en güzellerden olsun.
Ya Rab ona daima lütfet, nurdan taçlar giydir, dibac ve atlaslar içinde makâmların en güzelliğinde de daim olsun.
Ya Rab cemâlin hakkı için onu lütfuna ulaştır. Kadrî'yi ondan mahrum etme, hepimizi ona ulaştır. (Amin)

AÇIKLAMA :
Bu kaside Hz. Şah Hüsamüddin'in vefâtından sonra yazılmıştır.

Şah Ali'nin Mezarını Ziyaret

ŞAH GÜZELLİĞİ

Ey şâhım bu ne güzelliktir ki ciğerimi yaktın. Baştanbaşa kebap oldum. Gönülde de ateş ve alev.
Gönle nasıl bir dağ vurdun ki içim alev oldu. Tesiri beyne vurdu. Kemiklerdeki ilikler bile emilmekte.
Gönül ve sineye gel. Ey çok parlayan güneş, gel ki, yerleri, semaları ve melekûtü keşfedeyim.

 

Şah Güzelliği

DALGALI ZÜLFLER

Şirinlikte kabiliyetli yar! Ancak dalgalı zülflerinin minnettarıyım.
Gönül sultanı Kadrî'nin izni Allah'tan.
Ey Kadrî, bi iznillah üstad ve rehberin Hz. Muhammed Mustafa'dır (SAV).
Gönülde safa ayinesi ve bağının bülbülü olmuşsun. Açılmış o kırmızı gülün bülbülüsün. Siyah zülflerine bağlanmış, daima aşkının meyhanesinde ebedi sarhoşluğunla, yine elinde dolu kadehin vardır.
Yârin kırmızı yüzündeki şirin benine hiç yorulmaz gözlerle bakmaktasın. Billâh misli görülmemiş o aslan bakışlı gözlere deliye dönmüş âşıksın.
Gözlerin o esmerin beninde, yaraların o cevher yüzünün şevkinden, ah ve figanların da, o fidan boylu yârin aşkından.
Ah ve figan dolu gönül, o ay yüze bend olmuştur.
Fakat bu yüksek makâmını bilmeyenler seni hâlâ nâdân sanırlar.
Seni nâdânlıkla ansalar da, gönlü yârin halkalı zülfüyle dağlanmış, gülünü kaçırmış gazel okuyan bülbülsün.
Çok makâmlı gazellerle, gülzâru çemende, reyhanu sümbülleri tane tane dönüyorsun.
Ey Hazîn, çok akılları sevdaya çeviren, sümbül, menekşe, ful bahçesinde gönlü de kaçırdın.
Çevresi nurdan halkalı güzel yüzü üzerinde bend olmuş zülfüne bağlı Kadrî.
Evet, o ay yüzlü şirinler şâhı esmer, gönlü de baştanbaşa kapıp kaçırdı.

Dalgalı Zülfler

ŞEY'İYETSİZLİK

Bu saatte bana doğacak güneş, geceye mahsus karanlıkları yok edecektir.
Bu hakikatı gel dinle, söz ile değil, doğrusu genç yaşta tarikat pîri oldum.
Yolun öncüsüyüm, bana tereddütsüz gel. Vallahi istediğin yerin öğle uçucu şahiniyim.
En âlâ semanın mekândan, Lâ mekânlar kuşuyum, ister istemez şey'i lâ şey'iyetteyim. Öyle Lâ şey'im ki Süveydam (kalbimin içi) mutlak dost yeridir.. Onun için baştan sona kadar her şeyi zahir gözlerle gördüm.
Ey kâr sahibi! Yâre safa ile git. Hakiki ve dengeli ol ki, karşısında düşmeyerek safa ile varasın.
Dost hanesini başta başa denge ile seyran et ki, ruh ve hafi sana yüzlerce çeşitler beyan etsin.
Ruh, ehfa, hafi, tevhid cetvelini tuttu. (Lâ ilâhe illâllah) Nefis ve sır tabakalar altında, o sanavber kalbe düştü.
Ey Vefâ (Seyyit Kadrî), sevgilinin hanesinde şahin gibi uçarak Hu avazıyla Lâ Lâ'da dur.
Lâ ve illâ diye iki kelime ile açıklayarak de ki: Bugün Seyitte Lâ şey cevherimiz vardır. Mümkün olan sırrı lâhut perdesinin başında gördüm. Hallacı Mansur'un haline düşmemek için dikkatli ol.
Sırre imkân dairesinin kademinden (dairesinden) Allah'a kastederek çık ki, karşısına geçince birer birer seyredesin.
Gönlü yanık Hazîn Kadrî! Onunla karşılaşınca sabır ve sebat etmen lâzımdır. Allah aşkına kaçmayasın.

AÇIKLAMA:
Bu kasidede bütün evliya makâmını, şey 'iyette olanlar ile, lâ şey'iyette olanlar diye iki kısma ayırmıştır. İhsan yolunda geniş tafsilat vardır. Sohbbette Hz. Şeyh buyurdu ki: "Nefsini bilen Rabbini bilir" hadisi şerifinin sırrı vardır.

Şeyiyetsizlik

AH EY GÖNÜL

Ah ey gönül neden daima inlersin? Yârin yüzündeki beninin yaralısı yahut deli sevdalısı mısın? Evet, Leylâ'nın beninin yaralısısın. Çöllerde, sahrada, ovada yalnızca.
Çok perişan, inleyerek yalnızca nedir maksudun? Bu kadar çok ağlarsın! Maksadım o biricik şirin dilber her seher vaktinde inci gibi yüzü ile görünse.
O güzel inci yüzlü dilber, perişan zülfleriyle gece gündüz daima benimle olsa. Çünkü ben gayesiz, deli ve yarsız değilim. Her halimle tam aşıkım.
Gönlümün içi kıyamete kadar da yârin güzelliğinden ve hikmetinden boş kalmaz. Eğer ateş eğer de nurdan gönül boş değildir. Sena vadisindeki Berk gibi her isteğime cevap gelir.
Tur dağı sinemde, gönül nurlar nurudur. O nur nasıl şerif bir yıldıza benzer. Aynen sabahyıldızı gibi, gökler, yerler, kürsü onun nuru ile aydınlandı.
Çok yıldızlı kandilleri göğsümde inciler incisi gibi nurlandı. Fakat gönlüm, nefis inci (Hz. Resûl (SAV)) yeridir. Kadrî ise kemâl bedrindedir.

AÇIKLAMA:
"Gönlümün içi kıyamete kadar yarin güzelliğinden boş değil. Hz. Musa'ya SANA vadisinde gelen nur gibi her isteğime cevap gelir. Tur sinemde gönül nurlar nurudur, yani ilâhî zati nurdur. Sabah yıldızı gibi bütün yıldızlardan parlak olup, gökler, yerler, kürsü de bu nurla aydınlanır. Çok yıldızlı kandilleri Enbiyâ ve evliyayayı kiram göğsümde vardır. Fakat esasen gönlümü nefis inci Hz. Muhammed için mesken yaptım. Kendim kemâlde bir dolunayım,"

Ah ey gönül

SİYAH ZÜLF

Ey gönül, gönüldeki katılık ve pasları yırt, bir elimde yârin siyah zülfü, bir elde de bâde.
Elinde sürahi ile sevgilinin konağına git. Gül bahçesinin başına mestane giderek gör. Bugün dolu kadehinle karşısına çık. Sonra ağlar ve pişmanlık duyarsın.
Badesiz bir zamanın geçmesi doğru değildir. Ey delice âşık gönül, çünkü bu nasıl bir gençlik devresidir.
Ey ihtiyar meyhaneci, son vakte kadar da meyhaneden çıkmıyorum.
Ta ki sevgilinin kapısına hoşça varayım. Daima sevgilinin olduğu yerde bir köpek olarak bulunayım ki, ey şefaat şâhı (Hz. Resûl (SAV)) lütfundan hissesiz kalmayayım.
Kalbi yanık söyleyen Kadrî, bu aşk ile âleme rüsvay olmadan, yüksek âlemleri kolaylıkla ve şerefle geçemezsin.
Yârin bulunduğu yere sefer eden ruhuma dedim ki: Ey gönül kuşu, Allah’a emanet olarak git. Eğer yârin başucuna gelmediyse, ey fani Kadrî siyah bahtından ve ilâhî emirden ne şikâyet edeyim.

 

Siyah zülf

YENİ ALLAH KULU

Yeni doğmuş çocuğum. Şevkim yenidir yeni. Yeni Allah kulu bilirim. Gönlüm, zikrim hu hu.
Gönlüm daima Allah zikrinde, kâr ve hüner sahibisin. Karanlık gecelerin yıldızısın. Çünkü meş'al ve inciyim.
Çok kâr ve hüner sahibisin. Allah'ın mestisin. Elden tesbihi bırak, çünkü işin gücün hu hu dur. Tesbihleri neden bırakırsın. Zaten uyanık değilsin, riyasız bedelsiz yârine vefâlısın. Şüphesiz, riyasız biliyorum ki, divanın gül renklisiyim.
Osman Sirâceddin'in manevi evladıyım. Onun için şahin kuvvetindeyim.
O şahbaz şâhın evladıyım. Kevn ve mekânda koşuyorum. Açıkça nasıl uçuşum vardır ki, en yüksek noktadayım.
Ben en yükseğin kuşuyum. Kâlûbelâ'dan mestim, dosdoğru ve hakiki olduğumdan aşkında serbestim.

AÇIKLAMA:
Hadisi şerifte "Bu dünyadayken bir daha yeniden doğmayan, melekûtun ulviyetine giremez." Onun için Hz. Şeyh "Yeni doğmuş çocuğum, parlaklığım yenidir yeni" demektedir.
(Hu) Allah-u Teâlâ'nın hem zat ve hem de sıfatları yerinde de kullanılır. Zat ve sıfat denizlerinde kemâl bulunca (Hu) isminin zikri husule gelir ki, her şey nefidedir, illâ Allah ispattadır. Salik, zat ve sıfatların seyrini tamamlamış ve kâmil bir kul olarak Allahu Teâlâ'yı da bilmiştir. Bu kulluk makâmı, bütün makâmların üstündedir. Hz. Şeyh bu makamda (Nu abde huda nasım dil zikre be hu hu bum) "Allah kulu olarak yeni (tam) bildim. Gönlümde de hu hu zikridir."
"Çünkü hakikaten dosdoğruyum, kudsîyete layıkım. Nisbetim de imamı Zeynel Abidin'dendir. Kaynağın ta başındanım."

Yeni Allah kulu

MEYHANE

Bugün meyhanede camın içinde uçan benim. Çengin önünde oynar, neyde de inlerim. Yanık gönülle ney ile inlerim.
Sevgilinin ve sakinin şevkinden, dolu kadehleri birden içerim. Şâhlara mahsus kadeh ile inci ve elmas gibi güzel yüzünden içerim. Dilberlere ve haslara mahsus olan o şarabın hepsinde de nasibim vardır.
Âlem içinde serdarım. Sevgililer yanında sevgiliyim. Aşkta hunharım. Ciğerim, alev içindeki kor olmuştur.
Sinem, alevli ateştir. Gözyaşlarım siyah gözden dökülür. Talihim de açılmış kırmızı güldür (Hz. Resûl (AS)). Bugün falımızda gördük.
Saadet burcunun şerefinde âlemin (Hz. Muhammed) ikramında bana Cimşid şâh (en yüksek şâh) tacı giydirildi. Nur ve güzellikte.
Bu kapıdan en güzellik ve şevkte taç ve şehperde yüzüm kristal bir güneş idi ki aşkta yeşillendim.
Güzellik ve aydınlık kapısında tacım nasıl bir nurlu şehperdir. Kristalleşen güzel yüzümle aşkta yeşillendim.
Aşkta nasıl bir sultanım? Taç, kemer ve tuğralıyım. Yârin emrinde şevk ile durarak amadeyim.
Şevk ile kemer bağlamış, baştanbaşa dönerim. Yârin avına, köpek gibi koşarım, avda nasıl bir şahinim. Meydanda nasıl mızraklıyım? Cenkde ve vuruşta zamanda görülmemiş şazım.
Sevgilinin zülfünün mücadelesiyle, meczûbların piri hakkı için zafer ve fetih kapısından o güzelin yüzündeki beni gördüm. Sade dilberim beni, şehzadenin yardımıyla üç yüzbinlerce hikmet maddeleriyle akseden delillerden fetihler gördüm.
Aynasının aksinden doğudan batıya kadar her vakit ve her anda işaret lema'sını görürüm.
O, kâmil pîr'in lem'ası idi. Canlar canı olan ruhtandı. Yeni açılmış neşesini kadehte gördüm.
İhlâs ile gelince kadehimizin görünmesi sabit olur. Musâ'nın Tur'daki hali gibi Hakk'ın şühûdunu onunla bildim.
Gönül turunu seyreder ve zati nuruna hayran olurum. Seyr ve cezbe halimde de yüksekte uçarım.
Yüksekten lalâ’ya gittim, gönül en yüksek mesken oldu, urucumu tıfıllar şâhı yaptı, anlayış ve biliş kapısından.
Anlayış ve çok inciler gelir, havf ve zevk vaktinde de perde arkasından ne büyük verişler gelir.
Sevgilinin korkusundaki zevkte, derman vardır. İlmi nurlar ve şevkler vaadlerinde doğrudur.
Sabahın doğru vaadinde gönül çırasında bir fal oldu. Bundan her konuşmam sırlar sırrından üstün keşiflerdir.
Sırlardan Kadrî söyler, Cizre'den dolunayım doğdu, beş harften lâyıkım sabır ve hilim kapısından.

AÇIKLAMA:
"Gönül turunda seyr eder ve narına (ilâhî zati nura) hayran oluyorum" Hayret makamında, hayranlığa düşüyorum...
"Kadrî, rumuzlardan söyler, dolunayı, İREM'de (Cizre'de) doğdu. Beş harften (Allah) isminin hilim ve sabır sıfatlarından layık oldu."
İşittik ki; Hz. Şeyh Seyyit Kadri buyur ki; (Kasidenin başındaki) "Bu iki beyte mâna verene mürit olurum"

Meyhane

PERİ GELDİ

Seher vakti karşıdan yine o esmer peri geldi. Ya Rab, taze laleye benzeyenin boyu ne şirindi. Bu boylu mest nergize gittim. Şirin canı benden istedi. Ejder yılanlar gibi iki siyah zülfü ciğerimi aldı.
Benli güzel yüzü üzerinde yılan gibi iki zülfü alnına da düşmüş perçemi ile Allah'ın sun'i olan O Resûl'ün methi hiç söze gelir mi?
Allah'ın nakşı ve sanatı dilber, daima kalptedir. Birer birer sayı ile verdiğini akıl ve fikrin alamayacağı şeydir. Bu dilberin güzelliği Yusuf ve İsâ gibi değil. Hz. Musâ'nın da eli onunla beyaza nurlandı. Dedim, Ya Rab bu nasıl cevherdir?
Nasıl bir cevherdir ki, bir tane olarak yarattın. Semalar, kürsü ve perdeyi, ondan yarattın. Arştaki o parlak nuru yere gönderdin. Ateşten tecelli eden nurunu yerde bize bildirdin. Vahdet ile dini esasladı. Daima da muhtar kalacaktır.
Hakikat, yeşil inci için esra (Miraç gecesi) olmuştur. Zehra'nın haşmetli babası, kristal kadehin nurudur. Bedri'nin de kalbinin nuru ve göğüs aynasının nakşidir. Kadrî'nin imdadı da daima o çok kanatlı şâhindir.

Peri geldi

CEYLAN GÖZLÜ

Ceylan gözüyle siperlendim, fakat döndü. Dürbünle baktım. Şansıma bulut düştü. Sis ve bulut ayinenin (kalbin) yüzünü perdeledi. Acaba camın (kalbin) kusuru mu, yoksa dilberin cefası!
Gizli ve aşikâr camın aletlerini tetkik ettim, hiç bir noksan görmedim.
Ne yapayım bu zamanki şansıma, seher vakti nişangâha gelen dilberi avlamadan siyah bahtım beni uzaklaştırdı.
Ey Kadrî bu kaybından daima ah ve medet edersin, hani o nurlu şirin beyaz esmer dilber nerede?

AÇIKLAMA:
Beyaz, esmer dilber, Hz. Rasûldur ki, Araplara göre beyaz, Türklere göre esmerdi.

Ceylan gözlü

YANIK GÖNÜLDEN

Gönül yanıklığı ile ötüyorsun. Fakat hani sevgilin gelmiyor.
Ah o şirin hayırlısıyla bir gelse de gönlü onunla tedavi etsem.
Gel ey sevgili güzel, yüzünün üzerinden perdeyi baştanbaşa kaldır, bugün gönül yaralarını, onunla birer birer şifalandırayım.
Gönül melhemi ve şifası, yârin zülfüdür. Hakikat zavallı gönül yârin zülfüyle belâya düştü.
Zülflerinin bendine düşen zavallı gönül. Kaftan kafa, baştanbaşa onun için tuzak kurdu. Baştanbaşa her tarafa tuzaklar, bendler kurdum. Bugün rehberim de kerbelâ şehididir. Bugün rehberim kerbelâ şehidi Şâh-ı Hüseyin'dir. Zeynelabidin Kadrî'sini Fatıma'nın babası Habîbullah kurtarır.

AÇIKLAMA:
Salikin hayali daima sevglisinde olmalıdır. Bu hayal ne kadar çok kuvvetli ve geniş ise, salik onunla vuslat eder. Hz. Şeyh, hayalinde, sevgiliyi avlamak için kaftan kafa, baştan başa tuzak ve bendler kurmuştur.

Yanık gönülden

DİLBER YÜZÜ

Asla dilberin yüzünden başka hiç bir şey görmüyorum ve asla Allah-u Ekber demekten başka bir şey demiyorum.
Hamd olsun ki bütün işim bu hoş şirin şarap iledir. Daima elimde kadehim, sevgilimle beraber.
O nazik Şâhı bağda gördüm. Selvi gibi boyu ile geldi, ben de o sevgili bağının bülbülü olayım. Şafak şehper kanatlı kuş olarak ondan yemleneyim.
Medet! Ey kalbimin daima görgüsü Hz. Muhammed (AS) her zamanda yardımcım olsun. Şâh-ı Haydar. Söyleyeyim bir kaç vasfımı, beyaz, yeşil kuş gibiyim, kanadım da sarı.
Yarlardan çok cefalar gördüm. Hakikat bu çok dönük dünyada vefâ yoktur.
Can ve gönüle koyup yakan ne ateşti? Eğer söylersem yüzlerce kitap olur.
Ey soyu yüksek, inleyen Seyyit Kadrî, Peygamber havuzunun sâkisisin gönülleri temizle.

AÇIKLAMA:
Beyaz İmamı Ali'nin, yeşil Hz. Rasûl'ün, sarı Allah (CC) isminin kalpteki nurudur. Hz. Şeyh der ki: "Beyaz, yeşil kuşum, kanadım da sarı" yani Hz. Ali, Hz. Rasûl ve Allah isminin nurlarından bir kuş gibiyim.

Dilber yüzü

GÖNÜL KUŞU

Gönül kuşu uçmaya, ona varmaya, çok çok heveslisin. Fakat yüzlerce yazık ki kafesin esirisin...
Gönül yolundan dosta varmak mı istiyorsun? Çok dengeli, hakikatli ve enfes bir nefesle (nazarla) gitmen gerekir.
Gönül kir ve paslarını ezelî şarap ile yıka ki hakikaten sevgilinin perdesine uçabilesin.
Yolda çok dalgalar, fırtınalar, anaforlar vardır. Yâre yalnız gideceğim deme, kimsesiz gidemezsin. Yarların sohbetine, def, ud, keman, ney, saz ve mehter ile git ki, ilâhî aşkın çıngırağını duyasın...
Git ki o güzel, sana ruhun cevherini keşfetsin. Sana açıklanacak ki ayni Hz. Musâ'ya görünen ateşin güzelliği gibi.
Selim huylunun şulesi akan yıldız gibidir. Sana vadesinde tecellâ berkine Musâ gibi düşesin (göresin).
Ruhların ruhu vücut nurunun içinde ayni gördüğündü. Vehim perdesini yırt ki anlayabilesin. Pis ve kaba gönülde muhabbet nuru hiç olur mu? İlâhi (Laçun) nuru herkeste bulunmaz...
Kristal canda cihanı aydınlatan bedrin nurunu görmek istersen gönülde Huvallah zikrini gece gündüz yap. Ey Kadrî kalbin ve ruhun içinden Allah’ın zikrini ta öylece yapmazsan sevgiliye ve canın lezzetine ulaşamazsın.

AÇIKLAMA:
Sena Vadisinde Hz, Musa'ya görünen ateş, Allah (CC) zatının nuru idi. Ruhun güzelliği de bu nura benzer ki hadis-i kudsî de: "Ben insanı kendi suretim (benzerim) üzere yarattım."
Ruhların ruhu (Hz. Muhammed) aynen vucüt nurunun içindedir.

Gönül kuşu

ŞEHZADE YANAĞININ ŞULESİ

Şehzade yanağının çırası ile gönlü ve ruhu nurlandırayım. Sûveyda da ki derin yarayı da onunla tedavi edeyim, gönülden nasıl vahdetten renkliyim. Kalbin içine baktıkça Cemşit şâha mahsus o kadehin yüzünü gümüş ve zümrüt ile kırmızılaştırayım. (İmam-ı Ali ve Hz. Resûl nurları)
İlâhi cem camının güzelliğine daima bakarak seyrediyorum. Onda gördüğüm derin nakışla can ve gönülü nurlandırayım.
Kristal gönüldeki aya nasıl bir yıldız akıp güneş oldu. Beninin etrafından mihraplaştı. Ancak bu şekilde tasvir ettim.
Mihrabını tasvir edeyim, ince endamlı güzel yanımda. Suda akseden güneş gibi sinede yerleşti. Maşallah sinemin bağına, her nereye dönersem Allah'ın veçhini görür ve nidasını duyarım (Fe eynema tevallu fesemme vechullah).
Billahi o nida kulağıma geldi. Ona daima secdedeyim. Elmas sinem seda verdi. Yavaş yavaş gizliden sesler geldi. Hz. Hıdır ve İlyas gibi ben de her yeri yeşillendiririm.
Sevgilinin yeri kalbimdir. Güneşine karşı tam dolunayım. Kamil üstadım imamı Ali'yi istedim. Pür nur şâhın zülfü perçemini, ince hatları ile seyrettim. Bana tavafına müsaade etti.
O esmer şâhın benini gördüm. O esmer şâhın beninin üzerinde zaman zaman yanağının pertevine de, en yüksek yer ve makâmın sultanı oldum ki kayserden çok üstünüm.
Kisra ve Kayserden de üstünüm. Gönülden perdeyi kaldırarak sultanlar sultanı Allah'ın (CC) huzuruna erdirip canı en parlak güneş yapayım. Eymen vadisinde ruhum ateş gibi tutuştu.
Hz. Musâ gibi bana da ilahi nida geldi Hz. İsâ için de ne söyleyeyim ki onun da kudsî elbiselerini giydim.

Şehzade Y. Şulesi

DİLBER ELİNDE GÖNÜL

Kadrî gönlü celâ için dilberin eline verdi ki, şirin âlâ sevgili gönlüm içinde görünsün.
Gönül içinde gül bahçesinin taze goncası şâh oturmuştur. Nurlar nuru saçtığından ona müptela oldum.
O genç güzelin zülf ve benine tutulmuş müptelasıyım. Gece gündüz arkadaşıyım. Kerbelâ ovasında bile.
Ne kadar fedai bir arkadaşım ki, ruh ile sevgiliden hiç ayrı değilim. İzzet ve rif'atle ilâhî nurun aşıkıyım.
Şâhın aşkının bülbülüyüm. Uzun zülflerinin kederlisiyim. Onu çok taklit eden gizli sırlarla rumuzluyum.
Melâmet kuşu oldum. Çok eski aşk kuşuyum. Misk ve gül suyu serperim. Sözlerimde de onun gibi söylerim Kalu belâdan sadıkım.
Elest gününden sadıkım. Yârimin kâsesinden mestim. Bugün makâm ve burçlarda gönlüm, her iki zülfünün dağı iledir.
Tevhid ve nur sadıkıyım. Tur dağı makâmındayım. Kâfur ve buhur kokuluyum. Gönüllerin mürşidiyim.
Kalplerde yeşil nurum, amber, misk, reyhan kokuluyum. Çok kanatlı ve nurlu zülflüyüm. Saray ve divanların geliniyim.
Şâhların oturdukları sarayda aşk delisi ve Meczûb Kadrî'yim. Mürşidim eminler şâhı Hz. Rasûl. Ceddim de şâhı Kerbelâ İmamı Hüseyin.
Gönüllerin dilberi ve nuruyum. Hakikat, Mustafa neslindenim. Şevkim has ve umuma vurmuştur. Yarab belâdan muhafaza eyle!
Dilberlerin nur ve ışığıyım. Esmerin (Hz. Resûl) süs ve tezyiniyim. Saray ve mahfillerin nergiziyim. Bu anlattıklarım ise daha ilk halimdir.
Pirlerin ve gençlerin nergiziyim. Şâh Ceylân’ın elindeki çiçeğim. Şeyhlerin ve güzellerin nuruyum. Kâmiller makâmındayım. Hayret makâmındayım. Vahdet nuru ile tutuştum. Vuslat Hazînelerine erdim. Lâ velâ illâ velâ. Lâ velâ vahdet makâmındayım. İnslerin, cinlerin ve umumun hepsinin şeyhiyim. Rehberim Şâh Hüsameddin'dir.
Ben tabakatül ulâdayım. Hazîneler tabakasındayım. Bize ne gizli işaretler işareti gelir. Ne acayib feyzler feyzi gelir. Ne acayib vilayet bahri gelir. Ne rızıklar bahri gelir, ne cevherler hazînesi gelir. Ne sırlar sırrı gelir. Ben güzelliğin sonundayım. Bize ne nihayet neşenin denizi gelir, muhabbet ve şefkatli ceddim Hz. Resûl gelir. İlmim kalb ilmidir. Onun mecrasından gelir.  Kâmiller ilmidir.

AÇIKLAMA:
"Saray ve mahfillerin geliniyim." Hz. Gavs-ı Geylânî Sırrul Esrar kitabında der ki: "Cenâb-ı Hak'kın çok büyük evliyası vardır ki, onlar zatı ilâhîyeye mahsustur. Evliyâ içinde gelindirler, nasıl ki bir düğün aleminde gelin herkesten süslü ve kıymetli özellikte ise onlarda öyledir."
"Kalplerde yeşil nurum", "Bütün tasarrufatım Hz. Rasûl iledir", "İlmim kalb ilmidir", Onun, yani Hz. Rasûl'den gelen kâmiller ilmidir.

Dilber elinde gönül

YOKLUK DENİZİ

Fenâ denizinde neydi ki yüzlerce hak cevher onda gördük. Âdem’in bileşik toprağından çok nedenler husule geliyordu.
O toprağa nazar ettim. Sarı maden oluncaya kadar muhakkak etkileyici bir dilber yüz, muhabbetle bana baktı. İnan ki o Hz. Muhammed'in nuruydu. Yüzünde apaşikâr gördüm.
Emmare nefse hiç meyletme, daha anne karnında çocuk iken gönül Hazinesinin isteklisi ol. Eğer bir vücudun varsa da, fakat daima vücutsuz ol, gönül içinde de daima şükret.
Ey Hazîn hak denizinin dalgalarından bugün asla korkma, gönlün Allah (CC) ile oldukça kalpte onlar birer damladır. Ey Kadrî eğer gönülden şüphesiz doğru Hak aşıkı isen Hz. Resûl’ün denizine dalıp tasarruf edeceksin...
Aynı anda dalgalarından inciler çıkarırsın, şüphesiz bilirim ki hakikat, yârin alnına düşmüş halkalı saçtan. Hak bugün Kadrî'ye verdi...

AÇIKLAMA:
"Fena denizinde yüzlerce cevher gördüm (Esma-i hüsnâ nurları) Adem'in toprağında çok madenler husule geliyordu. (Ve aileme Ademe Tesmâe külleha) Adem'e bütün esmaları verdim. İlim irfan ve herşey, bu madenlerden ben sarı madeni (kalp ilmini) tercih ettim. Bu manada Hz. Muhammedin nuru bana nazar etti. Apaşikâr yüzünü gördüm. Onunla ve onun yolu ile gayeye erdim."
İlâhi vardita nur denizleri o kadar büyük ve verişlidir ki, herkes takat getiremez. Fakat ey Kadrî (ki maşaallah bir kal'a burcu gibi Hz. Şeyh. bu feyzlerde sabit idi). Gönlün Allah ile oldukça bunlar kalpte bir damla gibidir. (Bununla kalbinin ne kadar büyük olduğu da anlaşılıyor.)

Yokluk denizi

HILVET SARAYI

Gönülden gelen ah ve iniltileri his (duygu) ehli ne anlar. İlahi sırlar vâkıfının bilgisi ilâhî ilham iledir.
Hilvet sarayımda (kalpte) hakikat şâhımdan başkası yoktur (Mevlâ'dan başkası). Hiçbir şey'iyete ve hiçbir yüze, yüzüm dönük değildir.
Elimde ud ve tambur olup sevgilim de karşımda raksa geldi. Ey gönülden görücü, bu raks ve bu avaz yeter (Yani sondur, daha üstünü yok).
Ey Kadrî gönül Eymen vadisinin çırasıdır, ondan seyirdesin. Kristal vücudunda parlayan nurlar nurunu (Hz. Musâ gibi) kabes mi zannettin?
Şirin yar ile elele tutuşmuş uçarak seyrediyoruz iki şâhin gibi (kendisi ve sevgilisi). Aşk ve hevesle uçuyoruz.
Nazmın gibi tertemiz incileri hiç bir gönül görmedi, çünkü şiirimde ben İsâ nefesli olarak doğarım (İsâ nefesli ruhaniyetim hazır olur).
Sabret ki kerem denizi cuş'a gelsin ki, göresin. Ben Hüsameddin'i istiyorum ki, ey Kadrî o sevgililerin başıdır.

AÇIKLAMA:
Hz. Musa Eymen vadisinde ateş olarak gördüğü yere gelince, Allahu Teâlâ'dan ona, "Ben Allah'ım, ayakkabını çıkar mukaddes Tuvâ'dasın" nidasını duydu. Hz. Şeyh der ki: "Ateş diye görünen zati nur idi. Ey Kadrî, ruhun, vücud kristalinde nurun nuru; zati nur oldu. Sen de Musa gibi onu ateş (kabes) mi sandın ki seyirdesin? Gönülden gelen ah ve iniltiler, maddi hislerimiz ile anlaşılmaz. Ve bu ilâhî yakınlık ve anlam maddi değildir. İlâhi sır, Cenâb-ı Hak'kı bilme, yine kalbe gelen ilâhî ilham ile Allah'ın kendisini bildirmesidir."

Hılvet Sarayı

GAYB DENİZİNİN GÖRÜNÜŞÜ

Gayb denizi görüşünün yolu birdir. İçinde damla deniz hep bir görünür. Ne acayiptir. Kâinat bütün çeşitleriyle görünür. Hepsinin toplum ve cüz'ünün bileşiği birdir. Büyük aşk, beşerin sırlar sırrı nüshasıdır. Fen, ilim, kemâl bu manadan husule gelmiştir.
Bu fenâ âlemde, sevgilinin yüzünü gösterecek kadehe susamış olanlara, cihanın hakiki kadehinin sakisi birdir (Hz. Resûl).
Dünya sevgisi çok tatlıdır ve bunun yüzbinlerce aşıkı vardır. Gönüle, aşk bahçesinde açılmış bir gül yeter.
Ok yağdıran vadide binlerce ölüm olsa da tecrit mülküne gidenlerin emelleri ve varışları birdir. Ey Kâdrî, eğer Hakk'a gidiyorsan uzun emeli kes! İlâhi aşkın saliklerinin öyle yapmaları gerekir. Çünkü sevda birdir.

AÇIKLAMA:
İnsandaki sırlar sırrı, Cenâb-ı Allah'ın yaratma arzusuna sebeb olmuştur. (Hz. Muhammed AS) Bu İlâhî arzudan (büyük aşktan), ilâhî esma nurları, sırlar sırrı olan insanda, bir nüsha olmuş, bütün ilim, fen, kemâl bundan husule gelmiştir. "Ne acayiptir kâinat bütün çeşitleriyle görünür." Belki Hz. Şeyh bunda atomu görerek kast etmiştir. Çünkü bugün kü fen atomun mahiyeti ve etrafındaki uydularıyla aynen güneş sistemimize benzer diyorlar. "Hepsinin toplam ve bileşiği birdir" demekle de hakikat hepsinin esası Hz. Muhammed'in nurudur, ondan husule gelmiştir. Onun için damla da bir, deniz de birdir.

Gayb denizinin görünüşü

PERİ GELDİ

Bugün çimen ne de hoş, gül bahçesiyle gül vakti de geldi. Onun için sabah erkenden inleyen ah o gönlü yanık bülbül geldi. Bostanlar hep açılmış cennet bahçesi oldu. Çiçekleri içinde ışık. Aşıkları da içinde yanık, o kırmızı yüzlü peri (Hz. Resûl) geldi.
Gül bahçesi sümbül ile bezendi (Eshab ve kâmil evliyâ). Kâkülüne de reyhan taktı (kâkülünden kokular fışkırdı). Daha sevgilinin kokusu gelir gelmez gönül kuşu hemen onu karşılamaya uçtu.

NOT : Bu kaside tamamlanmamıştır.

Peri geldi

GÖREMEZSİN

Şâh sevgiliyi Allah (CC) görmek için ateş figanlı ötüşlü şâh bülbül (Seyyit Kadrî). Ne yazık ki yardan nida gelerek, lenterani (göremezsin) dedi. İlâhi aşkın hasreti gözlerimden, ah ve yüzlerce ah ile döküldü. Yazık yazık bu görüş ancak ahiret âlemimize mahsustur. Gönül levhasının ayinesinde, maksadın cilvesi olur, yani hakikat gönül aynası daima onunla olmaktır.
Eğer gönlü masiva rüzgârına kaptırırsan yazık, yazık çok paslanır. Geçmiş ömrümde bir kere şansımın geldiğini görmedim. Dönen devrin yardan yüzü, çok yazık ki bana ters geldi.
Ey Kadrî ! gönlü sert taş gibi sevgiliye ne tesir eder ki, yeter faydasız hiç ağlama, gözlerinden kan geldi, yazık!

AÇIKLAMA:
Bu kaside de dünyada cismen Hz. Musa gibi Cenâb-ı Hak'kın cemâlini görmek istediği mümkün değildir, Cennet âlemine mahsustur. Fakat dünyada iken de lâhutta kudsî ruhlara Allahu Teâlâ'nın büyük ikramı vardır. Hz. Şeyh sohbette buyurdu: "Hz. Rasûlün ümmetine verilmiş büyük nimet, Hz. Rasûl'ün cismen yaptığı miraç gibi büyük evliyaya ruhen miraç vardır."

Göremezsin

MÜRŞİT EMRİ

Asla mürşit emrine karşı gelme ki dinin yolunu ve gönül zikrini kaybetmeyesin.
Gönlü tamamen şâhlar halkasına teslim et ki kalbi, ölmez Allah'ın isminin nuru ile parlatsın.
Eğer, zatı Hakkın Hakkal yakin nuru ile pazarlamazsa, sır, ahfa, hafi, kalb çok zararlı ve yabani şeyler ile kalır.
Lâ illâ huvallah zikrini daim yap ki ezeller ezelî Allah'ın sırlar Hazîneleri, yedi felek, kürsü ve direksiz arş ile süfli âlemin ta Cehennemin dibine kadar sana tane tane açılsın.
Eğer garip sırlardan haberdar olmak istersen âlim, kâmil üstadın gönlüne kalbini bağla...
Eğer canını o manevi hâkim pire bağlarsan gönül hamel burcu güneşine ayine olacaktır.
Gönül yükseğe uçar, felekler ve arşı da geçerek Valâda öyle uçan kuş ki ezel simurgu gibi o şirin nazik gülün üzerinde her seher vakti yüzlerce makâmla, şirin sesin nameleriyle çok senalar ve ümitle öterim. Çok kanatlı yeşil kuşum, çok hevesli lugatlarla sevgiliye yüzbinlerce garip çeşitli avazlar ile metihlerle öten şâh bülbülüm. Kudsî güzelliğin sultanı sevgilinin bahçesinde sümbül, reyhan, gonca önünde tane tane.
Reyhan ve sümbülleri tane tane, zülf ve gisuleri tel tel olmuş gülün kırmızı yanağının nurundan bülbüllerin şâhı Seyyid Kadrî yemlenir.
Tam ayların şâhı, sevgilinin yüzünün yanağı üzerinde, zülfleri perçemi ile halka oldu. Allah Allah bu ne güzelliktir. Hiç kimse böylesini görmedi.
Kadrî'nin gönlü gibi çok yaralı ve ah dolu bir gönül de görülmemiştir. Bunun için hilesiz, kusursuz şaşmadan yâra doğru, dosdoğrudur...

AÇIKLAMA:
Bu kaside tarikat, usul ve ciltlere sığmayan manevi ilim, keşif ve vuslat örneğidir (Anlatılamaz, duyulur).
Sevgilinin (Hz. Rasûl) güzelliğini görmek ve kavuşmakla ifade edilen tasvir ve yüksek edebiyat şaheserler şaheseridir.

Mürşid emri

AŞKIN ŞULESİ

Aşkın şulesiyim. Gizli tecellisiyim. Bir şulem Musâ'nın beyaz eli gibidir. Can (ruhlar) âleminde çok renkli ve şafaklı cevherim. Nur bakışım süveydanın gözünde gizlidir. Kays gibi bakarsan Leylâ'nın gizliliğini gönül gözünün içinde göremezsen acayip değildir. (Çünkü mecnun gözüyle bakmıyorsun).
Ayrılıklara düşmüş Yusuf'un kederi kime idi. Züleyha'nın dağlanmış, yaralı gönlünde gizli idi. Ey Kadrî, feyz ve hakikatin üfürücüsü biziz. Hz. İsâ'ya bu mükerrem nuru gizliden üfüren (bahşeden) biziz.


AÇIKLAMA:
Son beyit, Hz. İsa'ya o mükerrem nuru bahşeden sözü Hz. Şeyh'in, Hz. Rasûl'ün nurunda fena olduğu zamanda söylenmiştir.

Aşkın şulesi

NURLAR NURU

Nurlar nuru (Hz. Resûl'ün) hakikatini görenler, ayinede Cemâlullahın sırrını da görürler.
Mahlûkatın oluşunu, denizin şüphesiz mutlak incisi Hz. Muhammed’e (AS) ulaştıktan sonra renk renk dalgalarının manasından anladım...
Bil ki: Cihan Hakikatte yok olup gidecektir. Hikmet ehli zerrelerini bile yok ederek (fenâya koyarak) gittiler.
Âlemin yaratılmasındaki gaye, sureti insanı kâmilin husule gelmesidir. Yoksa âlem cevhersiz, gayesiz icat olunmuş değildir.
Bil ki: Cihan hakikatta ilâhî şuunatın eseridir. İdrak edilen feyizler esmaü'l hüsnanın şe'nindendir. Eğer kalb gözünde (Miraçtaki) şaşmaz nurun şulesini bulursan, o zaman âlemi, süveydanın kulağı ile işitir, gözüyle görürsün ki: Âlem, baştanbaşa tecellâ güneşi cilvesinin şulesidir.
İnan ki, sinemin dağını (Tecellayı ilâhîsini) Turi Sina'dan ayıramıyorum. Hallacı Mansur'un makamı şimdi bile canımda oluyor.(Feeynema tevellu fesemme vechullah) "Nereye dönerseniz orada Allah’ın vechini görürsünüz" sedası kulağımdadır billâh!
Kıymeti yüksek temiz sevgili ile (Hz. Muhammed (SAV) ) tab olmuş aynayım, fakat ey Kadrî, herkes bunu bilir mi? Kaba, ilimsiz, hünersize ne fayda!

Nurlar Nuru

HZ. ŞAH'IN YANINDA

Gönül ehli bilir ki ben Hz. Şâh’ın yanındayım. Her ne kadar zahirde çok noksan ve zararlı görseler de rindler mahfilinde mey içip gazel okuyanım.
Sevgilimle öyle hoştur. Çünkü ben safa ehliyim. Gönül zevkini öyle bil ki mey ve neye de hacet kalmadı. Çalgısız ve kadehsiz ben Allah'ın mestiyim...
Hasud’un gözünde güneş gibi parlayan kılıcım. Sefadarlar gözünde, şifa dağıyım.
İnkârcı yarasa güneşimden saklanır. Çünkü parlak güneşimden inkârcıların ayıpları belli olur.
Mahbubu isteyenler arasında ben her ne kadar ney çalıyorsam da, Manbubun etrafını da yine dağ gibi surlarla çevirmişim (Yani Mahbub benimdir).
Ne gümüş ve ne de altın isteklisi ve ne de ahirete bağlıyım. Kırmızı yanaklı Hz Resûl'ün bahçesinde rıza delisiyim ben...
Gelmez hayalime lâ, gönlüme de illâ. Mevla'ya minnetler olsun ki ben Allah kuluyum ben. Ey kalbi pertev, başından çok geçmiş Kadrî! Dervişler halkasının başında ve vefâ ehlisin sen...


AÇIKLAMA :
"Gönül zevkinde mey ve ney'e hacet kalmadı. Çalgısız ve kadehsiz ben Allahın mestiyim "demekle Cenâb-ı Hak ile aradaki vasıtaların (perdelerin) kalmadığını beyandır." Gelmez hayalime lâ, gönülme de illâ" divanın başındaki açıklama da izah etmiştik.
En büyük makama; Abdaniyet (Allahın kulu olmak) nimetine kavuşmuş Seyyit Kadrî dervişler halkasının başında Vefâ ehlidir.

Hz.Şahın yanında

ÂDEM’İN ALNINDAKİ NUR

Gönülde doğan ne nur idi ya Rab!
Ne ay renkli, ne de cihanı aydınlatan güneş!
Güneş ve sarı pertev de değildi.
Yakut ve geceyi beyaz eden kandil de değildi.
Çok şafak veren yeşil zümrüt renginden değildi.
Doğudan şaşalı doğan zühre gibi de değil.
Zûhre de değil, nazik, taze laâl de değildi.
Dedim, ey gönül bu ced Âdem’in alnına konulan nur idi. Âdemin kaşları arasında görülen nuru gördüm.
Huri ve gılmanlar hürmetle emre hazırdırlar. Ona saf saf melekler de hazırdı. Ve bu gelen nuru metih ettiler.
O nurun halikını sena ettiler. Ben de o sebepten o kapının yakını oldum. Allah onlara şüphesiz bir emirle başı yere koyun diye secde emrini verdi.
Hepsi Âdem'e secdeye gittiler, şeytan kibirlenerek kendisini ahmaklığından helâk etti.
Hasedinden Âdem'e secde etmedi. Mel'un ve mağlup olarak düştü. Mağlup oldu, nurun nurunu görmedi, onun için mahrum ve yalancı kaldı.
Nurlu, süslü, güzel dilberin görünmesiden Ya Rab kimseyi mahrum etme!
Şirin dilberimin bir tek zülfü ile gözleri, güzel yüzü ve kaşları bana istek olmuştur.
Ben güzel yüzünden ve şehla gözlerinden istedim. Fakat sonradan sen Kadrî'ye gerdandan ve dudaktan da ver.

AÇIKLAMA:

Hz. Şeyh, Adem'in alnında parlayan nuru ve Allah'ın meleklere secde etme emrini verdiğini gördüğünü beyan ediyor. Kadim vilayetin nişanlarından: Hz. Şeyhin ruhu, Hz. Muhammed'in ruhu ile bu ilk yaratılışa mevcuttu (vardı). Nitekim bir hadisi şerifte "Adem daha balçık toprağında iken, ben Allah'ın indinde nebi idim." buyurulmuştur.
Gerdan : Vuslat.
Dudak : İlim.

Ademin alnındaki nur

GAYE

Bilenlere bir cevher tanesi gayedir (Hz. Resûl AS). Bilmeyenlere de denizin sahili gayedir.
Beşerdeki sırlar sırrını habersizler hiç anlar mı? Onlar için halka, şekil, kamet baş gayedir.
Bu unsurlar âlemindeki eşya, aşk ehli için ağırlıktır. İlâhi esmayı görecek gönül gözü için, bunları itmek ve yok etmek gayedir.
Candan gelen iniltileri ah ile çıkarmak gerek. Ta ki Allah'ın yakınlığını arttıracak gedalık gayedir.
Demir huylu perde, ruh kabuğunu örmüştür, gönül ehli için, gönül yüzünden bu hali kaldırmaktır gaye.
Ey Kadrî! Bu ovalar, vadilerden geçiren aşk ve sevdadan maksat, yârin sokağını mesken edip oraya uçabilmektir gaye.

AÇIKLAMA:
"Bu unsur alemindeki eşya, aşk ehli için ağırlıktır." Yani eşya, gaye olan Allah'a perdedir. Aşıkın gönlünde bir tek şey vardır, sevglisi. Onun için ilâhî esmaya varmak, gönül gözü için âlemin unsurlarını yok etmek gayedir.

Gaye

SAKİ

Saki, bana şâh dilber bağının delilidir. Ey munis canım, şâhlara mahsus o yakut kadehi al.
Şan şerefi yüksek esmer, bugün cevherli kırmızı meyi sun da, erkekçe içeyim.
Ay yüzlünün vuslatını canu gönülden istemekteyim. Din ve imanın şabaş (gelinin başı uğruna atılan para) olduğu şirin sevgili gel…
O güzel yüzünün şükranına cihanı, canı, din ve gönlü de verdim. Eğer abid bunu benden sorsa? Onu çok ucuza bile aldım derim.
Riyakâr sofilerin zamanı geçmiştir. Ey idraksiz zahit! Gel de bu dolu kadehi iç, bilesin ki takva gönül ve dolu kadehtir.
Aşk sözünden başka işitmeyen kulağıma, zahitlerin meselelerini anlatma. Ey âşık, bu yalan, dolan ve efsaneleri dinleme.
Ancak yârin yanağının kırmızı Pertev şulesi gönlümde ateş ve nurdur, gece ve gündüz, gizli, aşikâr, yanar ciğerime pervane nedir?
Taze zülflerine bend olmuş kalbimde, yârin güzel yüzü basılmıştır. Artık bundan gayrı her şey bana ağyardır.
Ya Rab, bu yakışıklık ne kudsîyettir. Mana ilmi hazînelerinin anahtarı yakut dudaklarındır. O gonca gülün açılmasında bana ilim ve irfan doğar.
Ey Kadrî! Gönlünü halkalı zülfün bendinden çekmedikçe yakut dudak, nar tanesi yanak şarabını yârin elinden daima içeceksin.

AÇIKLAMA:
(Ellezine yu'mine bil gaybi) imanın evveli gaybedir, biz Allahı, melekleri, kıyameti görmediğimiz halde inanırız. Kıymetimiz de bundandır.
Hz. Şeyh bu kasidesinde, Hz. Rasûl sevgilisinden imanı aşikâr görerek, ğaybden, şühudî imana ermiştir. Hakikati gören, hayali, lüzumsuzluğundan dolayı atar...
Başka kasidesinde : "İman nurunu şirin yarin yüzünde apaşikâr gördüm ki ay ve güneş onun karşısında eşeğin ayağındaki nal gibi sönük kalır. (Dört mezheb kasidesinden)

Saki

SENİNLE SEVİNİRİM

Gönlüm halka olmuş şehper zülfünün şafağı ile sevinir. Canım da güneş yüzünün güzelliği ile.
Ey renkli bahçenin cilveli canı, şeyda gönlüm şimşir gibi boyunla sevinir. Gerçi uzaktayım, canı yanık, sesi ve nağmesi çıkmayanım. Lâkin başındaki giysunun üstündeki tuğra ile sevinenim. Ey şirin taze sözlü güzel sevgilim, canım kırmızı dudağının sütlü şeker içtiğine sevinir.
Yüzümü yere koydum. Feleklerden el çektim. Gelişini temenni ettiğim, çok ışıklı bedrin gelişiyle sevinirim. Gönül ağyar ile doludur. Sayende pak olayım. Ah gelse de gönlümün mahı, beni, hat ve sözü ile sevinirim. Gerçi bedenimi sana vaad ettim. Çünkü bedenin, sensiz şevki yoktur.
Şirin canımı götürünce, seni göreceğimden sevinirim.
Gerçi âlem dünyanın ferah ve zineti ile sevinir, fakat gönlü ah dolu Kadrî ancak seni görmekle sevinir.

AÇIKLAMA:
Hakiki aşıkın bütün isteği, yalnız sevgilisidir. Onun için bütün nimet ve zevk odur. Böyle olmazsa aşk tekâmül etmez, kavuşma olmaz.
"Sütlü şekerden (İmamı Ali nispetine (nuruna) Hz. Rasül'den katılmış nispetini) içmekle sevinirim."

Seninle sevinirim

SEVGİLİ

Ey sevgili bizimle keder arkadaşı mısın, neden ben zavallının halini bir kerecik sormazsın. Hasretinden iki gözümden kan yağıyor.
Hakikaten bize dost musun, bilmek isterdim. Eğer dost isen gözümden niçin saklısın?
Güzel yüzünden baştanbaşa perdeyi kaldır. Mahmur gözlerinin mesti olayım. Kırmızı meyini içip gönülde şafak göreyim.
Gönlüm nurlar bahçesi oldu. Elmadan (sen refik ile) O şehlevent sehsuvar sallanarak geldi.
Gönül bahçesine o şehlevendi sallanarak geldi. Kitablar olarak (ikimiz) halayı tutarak oynarız.
Kibarca mest ve sarhoş olarak remz (gizli işaret) gamze ve yan bakışlarla birbirlerinden isterler. Dudak ve çeneden tane tane, sayı sayı.
Dudak, çene, gerdan ve kırmızı yanaktan öpeyim. Güzel yüzünü, gerdanını ve siyah zülfünü de, sonra gözlerinden, kaşlarından, alnındaki benden öpeyim. Allah'ın bu harika sanatını seyredeyim.
Bu temiz yüksek ilâhi sanatı seyredeyim, (cezbeden) ister istemez kanıma bulanıp yuvarlanayım.
Başı kesilmiş kuş gibi, toprak ve kana boyanayım. Baştanbaşa cezbeli, ah ve inilti ile.
Aşk, cezbe, titreme ile uyanık olmayarak, o ateş ve nur güzelin karşısına geçeyim. Hak vahdetinin nuruna bağlanayım.
Sükûn, heybet, haşmet, vikar ile Fenafillâh Kadrî haşmet ile sükûn bulsa, gönülde Allah Hu zikri daim olur.

Sevgili

MÜPTELA

Yâr güzelliğinin müptelası, lâubali meşrebliyim.
Sevdadan nişanlı aşıkım, lâubali meşrebliyim.
Söyleşimin şivesine yüzlerce melek safları mest olur.
Yârin gözü hem de diliyim, lâubali meşrebliyim.
Aklın sırrıyım, kendinden geçmiş söylerim.
Hemen inceliği yakalar, lâubali meşrebliyim. Mestlerin mestiyim gönülden sınırsız aşıkım.
Sözden ve dilden kesilmiş, lâubali meşrebliyim.
Kadrî sevgilisinin gül bahçesinde aşkın nurunu kokladı.
Kudsiyet söyleyen bülbülüm, lâubali meşrebliyim.


AÇIKLAMA :
Bu kasidede çok garip sırlar vardır, (aklın esrarı, aklın ötesi olan) "Aklın sırrıyım, söyleşim de kendimden değildir. Çünkü yarin gözü ve dili olmuşum. Kendi söz ve dilimden ayrılmış mestler mestiyim."
"Lâubali meşrebli" yani "Meşrebim zaman, mekân ve hiç kimseye bağlı değil. Her incelikte dahi Allah'ın istiğiyle olan tasarruftur. (Olayların nedeni ilâhî iradeye bağlıdır. İlâhi irade nedene bağlı olmayıp, ilâhî irade serbesttir.)"

Müptela

DÖRT MEZHEP

Dört mezheb vardır. Lâkin gönlümde bir mezhebtir, bir iki üçü ne yapayım? Fikrim daima birdedir. Yârin zülfünün aşkı yine fikrimi aldı. Ey zahit her şeyi bırak, leylet-ülkadir yârin zülfüdür, (gecenin siyahlığı ile zülfün siyahlığını münasebet kuruyor) Kadir gecem inan ki yârin zülfüdür. Ben o zülfün halkasına düştüm, ya Rab halim nicedir?
Çatık keskin bakışların, keskin okları canımda çok vardır. Yine de ey sevgili bunları ağzıma alıp açıklamadım.
İman nurunu şirin yârin yüzünde apaşikâr gördüm. Ay ve güneş o nurun yanında sanki eşeğin ayağındaki nal gibi sönük kalır.
Saadet talihim ile şereflendiğim yârimi karşımda gördüm. Ya Rab bu yüksek makâm ve rütbeden çok şükürdarım.
Âşıkların sahasını geçemezsin. Sen kimsin ki ey zahid, çekil git. Hakikat bu aslanların sahasıdır eşekler koşamaz.
Hasudun gerdanını hemen biçmek için, o esmerden Şâh-ı Merdan’ın keskin kılıcını isterim. Merhebin gerdanını biçmek için.
Leylâ'nın Mecnun'u gibi, mektep ile değil.
Şekerli sütü hoşlukla içer gibi, o şirin yârin de yerini, ders ve talimini yapayım ve Hak şeriatinin şahından tevhid meyvesini talep edeyim. Ya Rab bu ne hoş şirin meşreptir (gidiş yoludur).
Yârin yanağının şulesi, Senâ vadisinin nurudur. Ondan yıldız Kadrî'nin gönlü nurlu aydır.

AÇIKLAMA:
"Dört mezheb vardır. Lakin gönlümde, bir (Allah) mezheptir". Hz. Mevlâna Celâeddin'den (Kds) mezhebini sormuşlar, "Allah" demiş. Evet her emir ve isteği Allah'tan doğrudan doğruya alan, zaten başka bir şekilde hareket edemez ki. Şeriatın nakli ve hem de hakikatına ermişler. Bununla beraber "Hatırıma gelen yarin zülfü, Hz. Rasûl'ün (AS) sünnet ve muhabbeti, Kadir gecesinden de fazla bize nur ve rahmettir, o şirin yarin yüzünde iman nurunu apaşikâr gördüm" demekle şuhudi imana kavuşmuştur.
Şeriat sahibi Hz. Rasûl'e varmak (kavuşmak), şeriatın esası ve kendisidir.
"Hz. İmamı Ali ve Hz. Rasûl'ün nurları ile o şirin yarin (Hz. Rasûl) makamının ders ve talimini yapayım. Bu benim için ne güzel bir yoldur."

Dört mezhep

ZAHİT SÖZÜ

Mezhebime çok aykırı zahidin, sözleri batıldır. Yetmiş kere tekrarlanmış belirsiz sözlerden hoşlanmam. Cenâb-ı Dergâhi İlâhî’den sonsuz lütuf isterim. Kaf dağına verdiği ağırlık, takat ve şekil gibi. Aşkı nasıl açıklayayım ki? İlâhi hikmet ve emirdir. Kün emrinden de ezel.
İlâhi aşk badesinden içmeyenlere şaşma, kalbi temiz olmayan bu kadehe layık olur mu?
O esmerin hayalinde olup bade içenler, ebediyete kadar da içer, mest, mahmur ve korkusuzca.
Ey yar ile daim beraber Seyyit Kadrî, halin, için, dışın yar ile (fotoğraf gibi) basılmıştır. Bu doğruluk şüphesiz bir hakikattir.

AÇIKLAMA:
Daima yar ile beraber, içi dışı ve gönlü yar ile de (fotoğraf gibi) basılmıştır olmak vuslatın en kemâli ve kavuşmanın tamamıdır.
İmam-ı Rabbani'nin Mektubat'ında, Hz. Rasûl'e uymanın yedinci derecesi yar ile tab olma makamını bildirir ki, en son makamdır.

Zahit sözü

HAK HİKMETİ GÖNÜL

Gönül hakkın hikmeti, hakikatte nedir gördüğüm? Ey gönlü haberdar olanların şâhı Seyyit Kadrî, gönül merceğinin yüzü bazen yıldız, bazen aydır. Ne acayib bir hızla kuvvet ve rıf'atla semalara uçuyorsun.
Çok çok kanatlıyım. Uzak ve yakında, yüzüm Allah'a dönük (Allah ile), kalbimin yüzü şehper şafaklı olarak bütün makamları uçarak seyrediyorum.
En yüksek noktaya kanatsız uçuyorum. Dokuz çark feleği, bir lahzada geçiyorsun. Be huvallah nazarın yüzlerce yıldırım ve şafaktan hızlıdır. Hakikat uçuşun lâhut perdesinin başınadır. Perdesizsin, layıksın, temiz soylusun, Allah için temizlenmişsin.
Sinemin ötüşünün sesi feleklerin en üstünden olarak gelir. Bu dünya âleminde de ilâhî esmanın sırrını ahzediyorum. İlâhî sır ile.
En yüksek felekler üzerinde onun evladı sensin, serdar sensin. Taçlı peri güzeliği şan ve şeref, güzel metihler Hz. Muhammed'e aittir. Ey gönlü ateş Kadrî ki sende muhakkak bu fenafillah şâh nebinin evladısın.

AÇIKLAMA:
Gönül hikmetine ve evliya kuvvetine bu kaside güzel bir açıklamadır. "Dünya aleminde ilâhî isimlerin sırrını ilâhî sır ile alıyorum." Allah'ı Allah ile bilmektir.
"Hakikat nurunun kemâliyle nazar eden bir bakışımdan mucizeler gibi (mucize peygamberlere aittir onun için Hz, Şeyh onlar gibi yani o büyüklükte keramet) husule gelmesi ancak bana layıktır. Uçuşum lâhut perdesinin başınadır. Hakikat nurlarını da oradan alıyorum. Çünkü ben Allah ile perdesiz, temiz soylu, lâyık ve Allah için temizlenmişim."

Hak hikmeti gönül

ŞİRİNLER ŞİRİNİ

Ey şirinler şirini hak için söyleyeyim. Ne eşsiz güzellik ve cilvedensin! Aklımı baştanbaşa alarak deliye dönderdin.
Ah! O şehlâ gözlerinle, kırmızı yüzünün üzerine salıverdiğin perişan saçların can ve gönüle kastediyor. Ceylân gibi oynak nazlı sevgiliyi, kararsız gönülle seher vakti pusuda beklemekteyim.
Evet, mana erbabıyım. Gönlümde Hak'tan gayrı bir şey yoktur. Cimşit şâhe mahsus ilâhî kadehi ta süveydadan içmekteyim.
Hilafsız bir hakikat, ruhum vücut kristalinde nurlar nuru olmuştur. O şiirinle daima kârımdan Allah'a çok şükürdarım.
Herkesi bahrinden doyuran, gönül elinde, sultanlar sultanı Hz. Allah, bana da Taha ve Yasin saraylarının efendisi Hz. Muhammed'i ver.
Öyle yeşil şehperu şehbaz bir şahinim ki, eltafı ruhum gayb varidatının yakini olmuştur.
Hudutsuz hamd ile hamdederim ki, Fenafillâh derviş Kadrî, zülfüne kavuştuğundan, cihanda daima zinde kalacaktır.

AÇIKLAMA:
Edebiyat, mana, aşk, kemâl ve kavuşmanın şaheseri bir kaside! "Ben mana erbabının gönlünde haktan gayrı hiç bir şey yoktur. (Ma fi kalbi gayrullah) Sultanlara mahsus ilâhî kadehi de kalbimin süveydasından içiyorum. Derviş Kadrî, zülfüne eriştiğinde, Cenâb-ı Allah'a sonsuz hamd eder ve cihanda daima zinde kalacaktır" yani tasarrufu bakidir.

Şirinler şirini

EMİNLER ŞAHINA ÖNCÜ

Eminler şâhı Allah'ın nuru (Hz. Resûl'ün) yolunun öncüsüyüm. Şehitler şâhı İmam Hüseyin neslindenim.
Hakiki yolun mürşidi Zehra Betül bizimle, elimi de tutan ilim şehrinin kapısı Allah'ın Arslanı, Ali (RA).
Nüceba halkasının başına geçen benim. En yüksek noktada başı yukarda (kuş) benim.
Taçlı, zülfü beyaz kuşum, İmam-ı Ali nisbetinde şâhların kudsî bahçelerinin çimeninde benim.
Melekût meclisinin beyaz kuşu ve papağanı benim. Medine sarayının şâh bülbülü benim. Ceberrut Hazînelerinin incilerini görenim. Ehli abanın temiz helâl evladı benim. Öyle bir inciyim ki, anne ve pederim sedef, saadet burcunun yıldızıyım.
Kalbi ilâhî muhabbet kaplamış ay gibi güzel Yusuf benim. Hz. Resûl kahramanı benim.
Halis muhlis safa ile cihanı kalbinde yüksek şeref ile gören benim.
Ömrü aşk ve cefada yok eden benim. Aylar sultanı, ay parçasına ulaşan benim (Hz. Resûl (SAV)).
99 Esma-ül Hüsnâ hazînelerine vakıf olan benim. Ben o yeşil şahinim ki kanadım kevn ve mekânı tutmuş, fenâ deryasının yakını ve mülkü bekâya ermiş benim.
Hz.Resûl'ün evladı vefâ ehli Kadrî benim. İmam-ı Hüseyin dalından Ali evladı Allah kulu benim.

AÇIKLAMA:
En yüksek makam (Abdaniyet) kulluk makamıdır. Hz. Şeyh, bu kulluk makamını ahzetmiş olmakla Hz. Rasûl yolunun öncüsü oludğunu, elini Hz. Ali tutup Fatimetüzzehra ile beraber olduğunu, yeşil kanadının bütün mülk alemini kapladığını, fenadan sonra bekaya mülk olduğunu, ilk belirtisi Ceberrutta beliren ilâhî iradenin inci hazînelerini orada (Ceberrutta) gördüğünü söyler.
Allah'ın lütfü olan bu görüş ilmi, yine Allah'tandır. Ekseri bütün peygamberler ümmi olup bu görüş ilmi ile Allah onları ilimlendirmiştir. Olaylara, ilâhî emir evvelâ Ceberrutta belirir. Hz. Şeyh olayları bu Ceberrut Hazînesinden müşahade ettiğini beyan eder.
Beyaz kuş; İmamı Ali'dir.

Eminler şahına öncü

RUHUN CEVHERİ

Ruh manasında, ruh cevherinin nurunu artırmak istiyorsan hayret! Masivadan ve acizlikleri geçtikten sonra, ruhun ruhuna (Hz. Resûl (AS)'a) varmak ile olur.
Rahmanı (Allah'ı) bilme usûlünün inceliklerini gönül ehli bilir. Çünkü vahdet rengi, ruh ayinasının cilvesinde büyür (anlaşılır).
Cihana feyz veren ilâhî tecellâye mazhar ruh olmasaydı, onsuz başka ruhun yüksek cevheri asla halis olamazdı.
Hakikat, güneşler, felekler, bütün yaradılış, ruh manasıyle kün (ol) emriyle bitişikti.
Filozofların dediklerine asla kulak verme, hiç kimse ruhun sırlarını ve nasıl bir şey olduğunu akıl bile bilemez (Ruh akıldan evvel yaratılmıştır).
Ey Seyyit Kadrî, şiirin, cana ruh zevkini verir. Her zaman yar ile basılmış kalbin ve yerin meyhane olsun.

 

AÇIKLAMA :
Ruh hakkındaki bu kasidenin manası ciltlere sığmaz. Oldukça açık ifade ile tercüme edebildiğimiz kadar, metniyle okuyanların zevk ve duyuşlarına bırakıyoruz.

Ruhun cevheri

DİLBERDEN İSTEDİĞİM

Dilberden isteğim, benli yüzünden bir kere göstersin. O narçiçeği kırmızı güle ulaşıncaya kadar, gönülde yüzlerce diken gördüm.
Gülün yaprağında yûzbinlerce kırmızı yakutlar şafaklandı. (Yani Hz. Muhammed'den yûzbinlerce enbiyâ, evliyâ nur olarak şafaklandılar). Bunları birer birer inci taneleri gibi o şâhın (Hz. Resûl) alnında saydım.
Eğer bugün o sevgilinin güzelliğini vasfediyorsam da, eğer binlerce sene söylesem akıl ve fikir utanacaktır (Çünkü hiç bir şey ile değerlenemeyen senin özelliğinden sanki hiç bir şey söylememiştir).
Yeşil, kırmızı, sarı elbiselerinde özel sarı kenarlı tacı ile boynuna binlerce renk renk ne yakışmış? Bilhassa yüzü üzerine düşmüş iki zülfü.
Nasıl bir nakış idi ki, boyuna kalemi Allah çekmişti, binlerce aferin hakikat o kalemin sanatçısına.
Dudaklarından yüzlerce şeker saçan, güzelliğin en şirin renginden hurunun kokusu misk ve amberdir.
Yakışıklı lâtif sevgilinin hiç dengi yoktur. Züleyha bile yüzlerce Yusuf'u ona kurban etmeye amadedir. Evet, Hz. İsâ, Musâ, İsmail ve İbrahim de gül iseler de, lâkin o kibar şâhın benzeri değildirler.
Ey Kadrî, ne kadar bakmıyorsan da ondan başkasına gönül sermek insaf değildir. Çünkü gönül ve ciğer ezelden, Hak'tan zülfü ile dağlıdır.

AÇIKLAMA:
Bu güzellik ve aşk, ilâhî sıfatlardır. Cennetin büyük nimeti Cemâlullahı görme saadeti ve cennet hayatının daimi olması Allahu Telâlâ'nın sonsuzluğundan geliyor. Onun için aşık ne kadar vuslatta ise de yine de doymuyor. Son beyit ile de Hz. Şeyhin, Efendimizin kademi üzerinde olup, Muhammediyül Meşrep olduğu ifade ediliyor.

Dilberden istediğim

ŞAH EVLADI ŞAHIM

Şâh doğan şâhinin müridi, şâh olmuş şeyhim. O nurlu pirin refiki (yani Hz. Resûl'le beraber) ve inci taçlı daneyim, (ilim ve irfanda kemâl bulmuş)
Kırmızı yüzünün nuruna âşık ve o nurlu dost yüzü ile basılmışım. Hakikat mumundan yanık pervane ve hem de mumum.
Bu dünyada gönlü yanık, lâhut kuşuyum. Nam ve nişanlardan arınmış, yüz ikrama erdim (99 esma ve zat nurları).
Şâh-ı merdanın badesinden içmiş günahsız evladıyım. O şâhlara mahsus hakikaten çok temiz, katıksız ve halisim.
Her zaman, misk, amber, saf ve selimim, anne ve pederim de Hz. Resûl'den olup, şehzade şâhım.
Hz. Resûl havuzunun sakisiyim. Misli görülmemiş yüksek bir makâm ve taç ile Şâh-ı Hüseyin'e varis oldum, sevenim hem de sevilenim (Bütün seyyitlik nuru bende toplandı).
Nurlu yeşil hırkayı Hz. Resûl'ün elinden giydim. Nur Perçemli yeşil kuşum, sarı kanatlarımla semada dönerim.
Sevgili sarayında sarıkanatlı şâh doğan Kadrî'yim. Elim zincir zülfler üzerinde mestane sarhoşum.

AÇIKLAMA:
Her kasidesi eşsiz bir makam ve vuslattır, böyle yakınlığı yetki ile açıklamayı ve bu açıklamayı da uyanık, şeriat-ı garradan şaşmadan Seyyit Kadrî'den başka yapanı görmedim.

Şah evladı şahım

ŞAHLAR SARAYI

Şehbazların olduğu şâhlar sarayı benim yerimdir.
Cihanın dört köşesi erkânları bana meyillidir. Güneş şulemin pertevi cihan ufuklarını kaplar, güneş, ay, yıldız, bütün ışıklar gönlümde (bütün fenâları geçmiş, bekâda kaim olmuş).
Kudsî gül bahçesinin çimen güzelliği seyrine, yüzlerce yazık ki can perdesi engeldir.
İnciler deryası ilâhî zat nurunun şuunatıdır. Yüzlerce şunlar bunlar denizimin henüz sahilindedir (beni anlayamamıştır).
Aşkın allamesi ve hakikaten Eflatunuyum. Hakikat nuru ile nazar etmek ben kâmile mahsustur.
Ey Kadrî, bir nazarının önünde bütün mana heyulası çözülür. Eğer mucizelerin suretini (yani mucize büyüklüğünde kerametler de) göstersen sana yakışır.

AÇIKLAMA:
"Cihanın dört köşesi bana meyillidir" cümlesinden, Hz. Şeyhin, kutbe ferd etrafında doğu, batı, güney, kuzey kutuplarının ona tabi olduğunu bildirerek makamının kutbun imamlarından birisi olduğunu anlıyoruz.
"Yüzlerce makam sahibi bile benim yüksek makamımı bilememişler, denizimin sahilindedirler." Deniz sahilindekinin denizden gördüğü kadar.

Şahlar sarayı

HIRKAYI TERK

Seccadeyi terk etmiş, hırkayı da bırakmış berduşum. Âlemde yalnız badeden başka isteğim yoktur.
Ezel güzelliğine (Cemâlullah’a) susamış, gayem ve maksudum budur. Aşkının mestiyim, aşıkım, sade yüzünün hayranıyım.
Âlemin çeşitli gürültüsüden şuurum öylece kesilmiş ki hılvet sarayımda (kalbimde) vahdeti gören aşığım.
Yardan ayrılmak veya kavuşmak derdinden de kurtuldum (Yani daimi vuslatta olduğumdan ayrılık derdi kalmamıştır). Aşk anlamının arifi, başka bir sevdadayım.
Yaralı sinem ebediyete kadar aşkın hedefidir. Başım yârin okunun ucuna karşı durup daima hazırım.
Her zaman kederli olup her şeyim yok olmuş, mezar toprağına bulanmışım. Ancak, yârin kaldırıcı ve yükseltici bakışını bekler uftadeyim.
Hakiki aşkın sayesinde her korku ve recadan da kurtuldum.
Ey Kadrî! Yarının ne olacağı endişesinde olmak hiç olur mu?

AÇIKLAMA :
"Seccadeyi terk, hırkayı bırakmak"
Allahu Teâlâ için yön ve zaman yoktur. İbadetin en kemâli, ihsan makamında, Rabbini görür gibi olanıdır. Bu şühudda, Allah'ın evi Kabe'ye değil, yönsüz ve mekânsız Allahu Teâlâ'ya yönelmek mecburiyeti vardır. Seccadeyi bırakmak budur. Bir gün Hz. Şeyh bu hali sohbette açıklıyordu: "Bu halde olan salik Allah diye zikir dahi yapamayacağı gibi hariçten birisi Allah ismini getirse, salikin vücudunun yanması mümkündür. Çünkü o an için huzuru tam Allah şühudu iledir, Ben o halde iken, birisi yanımda Allah demişti, hemen hemen yanıyordum. Eve geldim, bu hâl geçinceye kadar üç gün evden çıkamadım."
"Hırkayı salıvermek" Allah'tan başka her şeyden sıyrılmaktır. Onun için "Gönül sarayında vahdete giren aşıkım, kavuşmam da o kadar sabit ve daimi oldu ki, artık ayrılık ve kavuşma derdinden her havf ve recadan da kurtuldum."

Hırkayı terk

HER ZAMAN GÜNEŞ GİBİYİM

Hakikat insan ve cinler içinde her zaman güneş gibiyim. Asla hiç kimsenin benzerini görmediği, onun şâh bülbülüyüm. Namım Mustafa Hüseyin evladı Kadrî'dir. O bütün şehitlerin ulusu cihanda nadirdir.
Allah'a şükürler olsun ki, Fatimetüzzehra bahçesinin yeşil incisiyim. Peygamberler serverinin bağında yetişerek açıldım.
İnciyi (Hz. Resûl (AS)) tanıdım. Sırların sırrına görülmemiş derecede, hakikatle bildim. İmam-ı Ali'nin karnından şüphesiz gelmiş evladıyım (Hem ceddim hem babam).
Noktayı bildim. Kalbim onun nurundan, hatlar, ender hatlar, sinemin levhası ayinenin başındadır, hakikat apaşikarım.
Harf harf, nokta nokta garip şekillere birer birer nazar ettim. Onun için inci saçan oldum (Hz. Resûl'ün nuru ile tasarruf ederim).
Sinem levhasının ne renklerden olduğunu hiç kimse bilemedi. Sultanlar şâhlar makâmındayım. Şahidim de şâhlar şâhı Hz. ALLAH (CC).
Çok kinli ve öfkelilerin hakkımdaki dedikodularına ne söyleyeyim ki? Vefa ve sadakati olmayan sıpalar ne bilir ki?
Aşkım nişansız ve karşılıksızdır. Bu zamanda âlem (sancak) sahibi Seyyit Hazîn benim.
Çok şükürler, şükürlerin sonsuz ve en güzeli ALLAH (CC)'a.

AÇIKLAMA:
İmamı Ali (RA) buyurdu ki;
"Kur'ân-ı Kerîm'in bütün manası Fatihada, Fatiha'nın manası Besmelede, onun manası (b) harfinde, onun da manası (b) nin altındaki noktada olup o nokta da benim. Hz. Şeyh buyuruyor, (Nokta dame) "Ceddim Hz. Ali bana o noktayı verdi."
Hz. Rasûl şerefli hadisinde buyuyor ki: "Allah kalbime ne ilim ve hikmet koydu ise ben onu Ebu Bekir'in kalbine naklettim."
Allah'tan Rasûllere, Rasûllerden evliyaya, ve bu hikmetle vasıtasız olaraktan da Allah'tan gelen ilim ve herşey, yüksek tarikatın sırrı olmuştur. Hakiki varis, buna mazhar olmuş, Allah ve Rasûl halifesidir.
Başka kasidesinde "İnslerin, cinlerin ve genel her şeyin, herkesin şeyhiyim" diyen Hz. Şeyh "ve ma erselnâke İllâ rahmeten IiI alemin" in varisi, halifesi ve yüksek makamdadır. Şahlar sarayı kasidesinde kutup imamlarından olduğunu, bu kasidede ise son makam olan kutupluğunu anlıyoruz. Altta olan, üst makamı tamamen bilemeyeceğinden dolayı şöyle diyor:
"Sinem levhasının ne renklerden olduğunu hiç kimse bilemedi. Sultanlar, şahlar makamındayım, şahidim de şahlar şahı Hz. ALLAH (CC)."

Her zaman güneş gibiyim
bottom of page